Quantcast
Channel: Görkem Karman Abat
Viewing all 518 articles
Browse latest View live

NYX Sweet Cheeks Allık Paleti ve Teşekkür :)

$
0
0


Merhaba! Bugün inceleyeceğimiz ürün; Nyx'in yılbaşında bloggerlara hediye olarak gönderdiği kutudan çıkan bu allık paleti. 

Paletlere karşı genel olarak sempati duymuyor muyuz? 'Seyahatte pratik olur, hepsini bir arada almak daha uygun olur.' diye diye sepete atıyoruz. Peki gerçekten hakkını veriyor muyuz? 

Kendi adıma konuşayım. Şu ana kadar tüm allık/yanak paletlerimi hevesle aldım ama hiçbirisini tam anlamıyla kullanamadım. Bana sorarsanız; gerekli gereksiz, bazen popüler olan, olmayan renkleri harmanlayıp çekici göstermenin ve sattırmanın bir yolu paletler. En azından benim için öyle. 'İçindeki her rengi kullanırım.' diyerek aldığım ya da kullandığım hiçbir palet olmadı sanırım. 

Tabii bir de şu var; genelde paletteki allıklar, markaların tekli allıklarına göre daha az renk veriyor. İsim aynı, marka aynı, ürün aynı ama paletin içindeki daha zayıf. Bu durumla NARS markasının paletlerinde sıkça karşılaşıyoruz. Neyse, lafı çok uzattım. Şöyle toparlayayım...




Bu ürün de tıpkı ismi gibi tatlı ve ötesi görünüyor ancak firma göndermese almazdım. Neden mi? Gelin, eksi ve artılarından bahsedelim. 

Öncelikle ambalajı çok dayanıklı olmasa da sade ve şık. Palet ağır değil, rahat taşınabilir. Zaten her biri 3,5 gram olmak üzere toplamda 8 renk içeriyor. Üst sıra, alta nazaran hafif ışıltılı ve daha pigmentli. Yapıları kremsi değil, çok pigmentli de değiller. Pigmentasyon itibariyle bu paletteki herhangi bir renkle palyaçoya dönmeniz imkansız gibi ANCAK, mat renkleri hangi fırçayla uygularsam uygulayayım, yüzümde kalıp gibi kalıyorlar. Üst sırada bu durumla karşılaşmadım ancak alt kısımdaki renklerin hepsi yayılmaya pek müsait değil bence. En güzeli iki üç renk karıştırıp öyle uygulamak. Bu paleti kullanmamın tek yolu benim için bu. Biraz da far olarak belki.




En olumlu bulduğum yanı ise; diğer markaların allık paletlerine göre çok uygun fiyatlı olması. 56 TL'ye 8 tane allık alabiliyorsunuz. (Bak, az önce yukarıda bahsettiğim zihniyetim yine konuştu. :D ) NYX ürünlerini buraya tıklayarak ya da İstanbul Suadiye'deki mağazalarından satın alabiliyorsunuz.






Tabii şimdi ben böyle düşünüyorum ama 'palet harikaaa' diyenler de olacaktır. Bu da kimi zaman bir başkasını çürütmek için olsa da, çoğu zaman gerçekten zevkler farklılık gösterdiği içindir. Zaten 100 farklı kişi 100 farklı şekilde düşünsün, yorumlasın diye gönderiyorlar bu ürünleri bizlere. 

Unutmayın ki her ürün kişinin zevkine, beklentisine göre farklı düşünceler doğurabilir. Bu blog tamamen şahsi deneyimlerim ve fikirlerimi içeriyor. Aa, bir de bugün blogumun 5. yaş günü. İyi ki açmışım bu sayfayı, iyi ki yazmışım, saçmalamışım, yine yazmışım, gitmişim, yine gelmişim. İyi ki okudunuz bu satırları, en başından beri. Çok teşekkür ederim. Siz okumasanız, izlemeseniz ben burada barınamam. Aylarca kendi kendime yazdığım zamanları, bugün sizin desteğinizle günde bilmem kaç bin kez okunduğumu unutmamayı, beni sosyal medyada duyuran, kabul ettiren sizlere beslediğim minnet duygusunu hiç kaybetmemem dileğiyle. Çok teşekkür ederim. <3




MAC Really Me Ruj

$
0
0


Merhaba! Faux, Mehr ve Stone'dan uzun süre sonra ilk kez bir MAC ruja kaptırdım gönlümü. Zaten aylardır dudağımda, Instagram'da, Snapchat hesabımda görüyorsunuz kendisini. Bugün detaylıca bir inceleme ve kendisine en çok benzetilen ruj MAC Faux'la karşılaştırma vakti.




Really Me; MAC'in mat serisinden, hiç öyle görünmese de epey zor bir renk. Websitelerinde pastel nötr pembe diye tanımladıkları bu rengi ben; çok belirgin leylak-grilik barındıran soluk pembe diye betimleyeceğim. Zaten bu rengi zor kılan da, içerisindeki grimsi lilalık. Ben bol eyelinerla, göz makyajıyla çok tamamlayıcı buluyorum ve kendi ten rengime çok yakıştırıyorum ancak cilt alt tonu, dudak rengi vesaire gibi faktörler rujların duruşunu etkilediği için denemeden almamanızı önereceğim. Evet, çok soluk ama çok çok güzel bir ton.




Rujun duruşunu göstermeden önce bana çok sık sorulan bir soruyu yanıtlamak istiyorum. MAC Faux'ya benziyor mu? Hayır, inanın bana alakaları bile yok.




Really Me matken, Faux saten bitişli. Really Me daha soluk, Faux çok daha belirgin koyulukta. Zaten yukarıdaki görselde de açıkça belli oluyor. Bu arada ben ilk MAC rujumu aldığımda 38 Lira mıydı neydi. Şimdi 66 Lira olmuşlar. MAC mağazalarından ya da maccosmetics.com.tr den satın alabilirsiniz. Mutlu haftasonları. <3

Rujun duruşu için şuraya tıklayabilirsiniz.




Golden Rose Likit Mat 10 x Colour Pop Trap

$
0
0


Günaydın! Bugün çok sevdiğim, çokça da popüler olan iki ruju inceleyip karşılaştıracağız. Aslında blogumun bugünkü esas konuğu Golden Rose'un likit mat rujlarından 10 numaralı rengi ancak bu ruju Instagram'da ilk paylaştığım günden beri, 'Colour Pop Trap'le benziyorlar mı? Muadili olabilir mi?' soruları geldiği için yazının devamında iki ruju kıyaslıyor olacağım. 




Fırçalardan başlayacak olursak; Golden Rose'unki çok daha uzun ve yassı. Daha çok bir kapatıcı aplikatörünü anımsatıyor. Colour Pop'unki ise daha kısa ve ufak. Ben bu tarz fırçaları daha kullanışlı buluyorum. 

Bunun dışında biraz formüllerden bahsedeyim. Denediğim onca likit mat ruj arasında en başarılı bulduğum marka şüphesiz Colour Pop. Gerek aplikatörün minnoşluğu, gerek uygulama kolaylığı, kuruma hızı, kalıcılığı, renk skalası ve hatta rujlar üstündeki Colour Pop işlemesinin görünümü. Her anlamda en çok sevdiğim kendisi. 

Yerli markalara gelirsek, Pastel ve Golden Rose bence bu kategoride çığır açtı. Flormar'ınkileri henüz denemediğim için bir şey diyemiyorum ancak bu iki markanın likit rujlarını denemediyseniz muhakkak bakmanızı öneririm. Şimdi dönüyorum karşılaştırmaya.




Her iki rujun da yeni sürülmüş halini görüyorsunuz. Henüz ıslaklar. Üstteki Golden Rose 10, alttaki Colour Pop Trap. Dudakta ayrı ayrı duruşları birbirlerini anımsatsa da, bu şekilde yan yana bakıldığında epey farklı olduklarını anlıyoruz. Golden Rose bence biraz MAC Really Me'ye benziyor. (Tıklayın!) Ondan daha az pembelik, daha bol gri/leylaklık içeriyor diyebilirim. Ten renginize göre sizde gri, mor ya da tam da bu fotoğrafta göründüğü gibi durabilir. Yine MAC Really Me'de olduğu gibi sürmesi zor ama muazzam bir renk. Doğru göz ve ten makyajıyla inanılmaz görünebilir.

Trap ise kirli pembe kısmına biraz daha yakın. Tek başına görseniz, 'Aa, baya morumtrakmış.' dersiniz ama Golden Rose 10'la yan yana konulduğunda çok daha canlı ve koyu görünüyor.




Kuruyunca biraz daha yakınlaşıyor renkleri. Buna rağmen Golden Rose'daki leylak-grilik hala daha baskın. Colour Pop'un yapısının inceliğini, duruşunu ve kalıcılığını daha çok sevmeme rağmen Golden Rose'u renk ve ulaşılabilirlik anlamında daha çekici buluyor, daha sık kullanıyorum. 

Bu kadar anlattım anlattım, bari nereden, ne kadara ulaşabileceğimizi de hatırlatayım. Golden Rose'u kendi websitelerinden, Golden Rose standlarından ve mağazalarından alabilirsiniz. Colour Pop ise ülkemizde olmadığı için Instagram hesaplarından sipariş edebilirsiniz. Golden Rose'un satış fiyatı 20 TL iken, Colour Pop'u Instagram hesaplarında 25-40 TL arasında bulabilirsiniz. Sevgiler. <3



YENİ KAPATICI: NARS Soft Matte Complete

$
0
0


Merhaba! Bir kapatıcı canavarı olarak, ten ürünlerine çok güvendiğim NARS'ın yeni ürününü yorumlamasam olmazdı. Esasında ben iyice deneyimledikten, yani paketi yarıladıktan sonra detaylı bir yazı yazmak istiyordum ancak ilk izlenimlerim o kadar çok soruldu ki, artısını, eksisini anlatayım dedim. Yaklaşık 10 gündür kullandığım NARS Soft Matte Complete kapatıcıyla ilgili düşüncelerimi merak ediyorsanız, okumaya devam edin.




İçerik bilgisi şuracıkta dursun, biz konuya girelim. Ürün; 6.2 gramlık, minik cam bir kavanozda geliyor. Çevirerek açılan siyah kapak klasik kauçuk NARS dokusunda. Kir tutmaya meyilli ama sade ve şık.




Renk skalası çok geniş. Ben Bağdat Caddesi NARS mağazasından satın aldım ve iki renk arasında çok gidip geldim. Markanın Radiant Creamy kapatıcısında Light 2 Vanilla'dan 3 tüp bitirdikten sonra Light 1 Chantilly rengine geçmiş, 2 tüp de ondan kullanmıştım. Light 1 çok daha aydınlık ve bütünleşmiş durmuştu bende.

İşte tam da bu yüzden bu yeni üründe Light 1 mi yoksa 2 mi alsam diye biraz düşündüm. Light 2 Vanilla alıp correctorsız kullanmayı tercih ettim. Rengi MAC'te NW 18-20 (pembe tabanlı) gibi düşünebiliriz




Yapısı ha-ri-ka! Ne yalan söyleyeyim, ismi mat olunca, bir de likit değil de böyle kavanozda olunca, dedim kesin beton gibidir ancak alakası yok. Parmağınızı dokundurduğunuz an ürün geliyor. Gayet kremsi. Sürümü, uygulaması çok kolay. Evet mat ama MAC Pro Longwear filan gibi kuru bir bitişi yok. Yine MAC'ten örnek vereceğim ama; Studio Finish kapatıcıdan daha ince, daha az mat, duruşu daha doğal ve sürümü ona göre çok çok kolay.




En önemlisi; sürdüğünüz bölgedeki çizgileri, gözenekleri, kurulukları belli etmiyor. Tabii ki iyi nemlendirdiğiniz takdirde. :)

Şuraya keşke ses kaydı filan koyabilsem de daha rahat anlatsam. Yapısı ve duruşu öyle muazzam ki, her uygulayışımda 'fondoteni olsa da sürsem' dedirtiyor. Hatta son iki gündür göz altlarıma ek olarak çeneme, dudak üstüme, kaşlarımın ortasına ve burun kenarlarıma da uygulamaya başladım. Tam kapatıcı diyemem ama örtücülüğü için 10 üzerinden 7-7,5 verebilirim.

Bence tek eksisi kalıcı olmaması. 1-2 saat sonra göz çevremin yorgun görünmeye başladığını farkediyorum ve hemen tazeliyorum. Tazelenebilitesi (o ne?) yüksek bir kapatıcı. Kat kat sürseniz de kalıp gibi durmuyor. 

Fikrimce en iyi uygulama yöntemi; yazısını 4 sene evvel ŞURADA yazdığım bu fırça ve parmaklar. Fırçadan hala iki tane var bende. Hala aynı memnuniyetle kullanıyorum bu arada. :)

Son olarak; kararsız kaldığım konuda şu anda birazcık sinirliyim kendime. Keşke Light 1'i alsaydım diyip duruyorum. Neden daha aydınlık olmasın yani? Bu renk morlukları güzel örttü ama göz altımda bir açığı daha iyi olurdu.

Bu ürünle ilgili söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Satış fiyatı 105 TL ve NARS mağazalarından, Sephora'lardan alabilirsiniz. Sevgiler. <3




En Sevdiğim Rujum || #gorkitooneriyor

$
0
0


Günaydıııın! Yepyeni bir hafta ve blogda yeni bir yazı. Çok sevdiğim bir kozmetik ürünü.

 Geçen sene Kasım ayında Kiko'dan yaptığım alışverişi Instagram ve Snapchat hesaplarımda paylaşmıştım. O günden beri en en en çok severek kullandığım rujum bu. Youtube kanalımda, videolarımda, Instagram ve Snapchat hikayelerimde hep bahsettim. E öyleyse blog arşivimde de bulunmalı, değil mi? Ülkemize geç de olsa gelen Kiko markasının Unlimited Stylo serisinin 01 Rosy Nude renginden bahsediyorum. 




Gri, hafif ambalajı, kapağı tam kapandığında tövbe estağfurullah fitile benziyor. İçerisinde 2 gram ürün mevcut ve bildiğim kadarıyla 21 renk seçeneği bulunuyor. Ben tabii ki en açık iki renk olan 01 ve 02'ye sahibim. Bugünkü konuğum, göz bebeğim 01. <3

Yapısını nasıl anlatsam... Böyle silikon içerikli bazlar var ya, yüzü pürüzsüzleştiren hani. Onlar gibi. Kaskatı değil ama sürümü zor, kuru. Ama bir yandan da köpük gibi. Bu ruju ilk denediğimde ilk izlenimlerimi paylaşmıştım. 'Yapısı çok garip, emin olamıyorum.' demiştim. 6 ay olmuş, ben hala aynı yerdeyim. Enteresan bir yapısı var. Altına dudak nemlendiricisi kullanmadan ruju sürmeyi denemeyin bile. Yapısı çok kuru olduğundan değil. Nemsiz dudağa rengini tam vermiyor. 




Sürdükten sonra ise dudağa öyle bir sabitleniyor ki... İddia ediyorum; en başarılı likit mat ruj da dahil, denediğim en kalıcı rujlardan daha kalıcı. Çok çok garip bir yapısı ama mükemmel bir rengi ve kalıcılığı var.

Renk ise 'ben'. İçinde çok az pembelik de bulunan bir bej rengi. Gün ışığında belli olmasa da, yapay ışık altında belli olan minik ışıltılar içeriyor ancak dediğim gibi normal ışıkta çıplak gözle gözükmüyorlar. Bitişi başta yarı mat/saten, gün içinde dudakta iyice kuruyup matlaşıyor.

Benim söyleyecek daha fazla bir şeyim yok. Kiko online satışa başlasa keşke diyor, yazımı bitiriyorum. Hoşçakalın!



Güneş Koruyucum || SkinCeuticals || #gorkitooneriyor

$
0
0


Günaydın! Mayıs yaklaşırken, bu sene biraz geç de olsa güneş yüzünü göstermeye başladı ve o malum soru yine biz bloggerlara yöneltildi. 'Hangi güneş kremini tavsiye edersiniz/kullanıyorsunuz?' Ben her sene, keşfettiğim ve kullandığım ürünleri paylaşıyorum. Hatırlayanlar olacaktır; geçtiğimiz yıl Yves Rocher'in SPF'ine sarmıştım. Sonrasında da The Body Shop'unkine. Her ikisi de bitti ve ben bu sene yeni bir şey denemek istedim. Aradığım daha farklı bir dokuydu.

Geçtiğimiz aylarda firma gönderilerini karıştırırken La Roche Posay'in şu(tıklayın) kremini buldum ve kullanmaya başladım. Yaydıkça biraz beyazlaşan, kıvamlı bir krem gibi düşünebiliriz. Beni biraz soluklaştırsa da, suya dayanıklı olduğu için terlediğimde yüzümden uçup gitmemesi hoşuma gitmişti. Bir süre sonra, gayet memnunken yüzümden pul pul, adeta kir gibi dökülmeye başladı ve ben de yeni bir krem arayışına girdim. Yaz-kış ama özellikle yazın, severek kullanacağım bir koruyucu, yeni bir doku aramaya başladım.




Yeni güneş kremimi bulmak için Palladium AVM'deki eczaneye gittim. Oradaki görevliyle birlikte Darphin'in hassas ciltler için olan renkli güneş koruyucusunun bana uygun olduğuna karar verdik. Yapısı da çok hoştu ancak yüzüme uyguladığımızda her renkli koruyucu gibi çok koyu ve sarı durdu bende. Bu yüzden hiçbir şey almadan, araştırmaya devam etmek üzere çıktım ve eve döndüm.

Bir hafta sonra tekrar gittiğimde farklı bir görevli, Skin Ceuticals markasını neden düşünmediğimi sordu. Cevap basitti: 'Markayı tanımıyorum.' Bana kısaca bahsetti ve göz çevresi kreminin ve güneş koruyucusunun çok başarılı olduğundan söz etti. Rafı birlikte incelemeye başladık ve benim milyon tane soruma sabırla yanıt verdi. En sonunda şu anda yazısını okuduğunuz Mineral Radiance UV Defense (Universal Tint) SPF 50'yi aldım ve eczaneden yüzüm gülerek çıktım. Çıkarken kadın arkamdan 'bana teşekkür edeceksiniz' diye seslendi. 'Hep öyle diyonuz' dedim içimden.

Bugün bu kremi toplamda 13 gündür kullanıyorum. Geçen Pazartesi kadına teşekkür etmeye gittim. Ürünün hikayesini böyle uzun uzun anlattıktan sonra kendisiyle ilgili söyleceğim kısa ve net cümlelere geliyor sıra.




Cilt tonunuza adapte olduğunu iddia eden, tek renk seçenekli güneş kremleri ve bb kremleri bana adapte olamıyor valla. Sarı kalıyor, koyu duruyor. Dr. Jart da buna dahil. Bu sebepten Skin Ceuticals'ın renksizini mi, renklisini mi alsam diye epey düşündüm ama sonunda renklisinde karar kıldım. 

Üzerinde yazdığı gibi, tek bir renk seçeneği var ve benim yüzümle harika bütünleşiyor. Boynuma göre sarı kalmıyor çünkü şu ana kadar denediğim tüm renkli güneş kremleri arasında en grimsi/bejimsi olanı. <3

İyice çalkalayıp öyle kullanmanız gerekiyor çünkü yapısı MAC Face&Body gibi, kıpır kıpır. Çalkalayıp tüpü sıkıyorum ve bir çay kaşığı dolusu krem tüm yüzüme yetiyor.

Bitişi mat değil, ıslak değil ama capcanlı. Parmaklarımla krem sürer gibi yaydığımda yüzümle tamamen bütünleşiyor ve hiçbir şey sürmemişim gibi duruyor. Tüm bunları yaparken de renk eşitsizliklerimi gideriyor. Örtücülük konusunda da MAC Face&Body'e benzediğini ama ondan biraz daha kapatıcı olduğunu söyleyebilirim. 

Sabah sürüyorum, beş dakika sonra tenimle karışıyor ve akşama kadar oynamadan kalıyor. Ne örtücülük kaybı, ne de koruyuculuk kaybı yaşamıyorum.

Paraben içermiyor ve suya dayanıklı. 

Benim için en önemli kriterlerin yanına tik attı. Bir; yüzümde yapış yapış olmadı, sivilce yapmadı. İki; mimik çizgilerimi belli etmedi. Üç; rengi yüzüme ve boynuma uyum sağladı. Dört; örtüyor ama belli olmuyor ve hissi, duruşu asla fondoten gibi değil. Beş; nemlendiricimden beş dakika sonra uyguladığımda, benim için hem günlük bir renkli nemlendirici, hem bir güneş koruyucu, hem de göz ve kalan ten makyajım için mükemmel bir baz oluşturdu. 

Yine çara çöpe tepki gösteren bir cilde sahip olduğumdan, bir ürünü uygulama esnası kadar, sildikten sonraki süreç de benim için önemli. Sildikten sonra da yüzümü sabahki gibi buluyorum. Ne bir iritasyon, ne de kaşıntı, hassasiyet.

Son olarak, üstüne gerek pudra, gerek krem formüllü allıklar, bronzerlar çok rahat uygulanıyor. Ben bunu çok sevdim, çok!




Yüzümdeki duruşunu efektsiz, filtresiz görüyorsunuz. Dilerseniz fotoğrafa tıklayarak yakınlaştırabilirsiniz. 

 Bunu sürerek cildime iyi bir şey yaptığımı hissediyorum. Eğer iyi bir koruyucu arayışındaysanız, bana güvenin ve lütfen en yakın büyük eczanede bunu uygulattırın. 

Evet, fiyatı yüksek ancak 'bir ürünüm olsun; hem renkli nemlendiricim, hem fondotenim, hem güneş koruyucum olsun' derseniz, 50 ML'lik, her cilt tipine uygun bu ürüne bir şans verin. Beş farklı ten ürünü alacağıma, bittikçe bunu almayı yeğlerim. 

Ben eczaneden 189 TL'ye aldım. İyi ki renkli olanı almışım. 

İnternet üzerinden almak isteyenler için uyarı! Arama kutucuğuna Skin Ceuticals Mineral Radiance Universal Tint yazın. Renksiziyle karıştırmayın. :)

Şiddetle değil, sevgiyle öneriyorum. Sevgiler!



Nisan 2017 Favorilerim

$
0
0


Yeni bir haftaya kocaman bir günaydın! Bugün bir değişiklik yapıp, geçtiğimiz ayın favorilerini video şeklinde değil de, yazı formatında paylaşmak istedim. Havalar ısındıkça kozmetik favorilerim bir elin beş parmağını geçmiyor. Bu sebepten yaz aylarında favoriler videolarını rafa kaldırıyorum. 

Güneş yüzünü hiç saklamıyor artık, o yüzden geçtiğimiz ayın en favori ürünü, şu anda yukarıdaki görselde olmayan ama dışarı çıkmadan önce muhakkak sürdüğüm güneş kremim. Detaylı incelemesini okumak için buraya tıklayabilirsiniz. 




Geçtiğimiz ay ve hatta ondan önceki, her ihtiyaç duyduğumda, özellikle likit mat ruj öncesi kullandığım bir dudak peelingim var. Snapchat'ten filan paylaşmıştım birkaç kez. Glam Glow Pout Mud'dan bahsediyorum. Pokemon topuna benzeyen ambalajını çevirerek açtığınızda, hafif şekerli bir nane kokusu geliyor burnunuza. Ben reyhasını After Eight çikolataya benzetiyorum. :)

Bu arada bunun farklı çeşitleri olabilir. Bendekinin tam ismi; Glam Glow Pout Mud Fizzy Lip Exfoliating Treatment bıdı bıdı. Kullanımı ise şöyle; kuru dudaklarınıza parmağınızla masaj yapar gibi uyguluyorsunuz. Bunu 1-2 dakika sürdürdükten sonra, ürünü aktive etmek için (paketinde öyle yazıyor) dudakları ıslatarak ovuşturmaya devam ediyorsunuz. İsminden ötürü ben suyla birleştiğinde köpürecek sandım ama yapısal bir değişiklik göremedim. Yalnız şunu söylemeliyim; dudakları biraz kaşındırıyor, azıcık yakıyor. Öyle dayanılmaz bir şey değil, ben de alerji filan da yapmadı ancak denerseniz şok olmayın diye söylüyorum. 

Dudağımdaki ölü derileri temizliyor evet ama ben en çok verdiği o hafif dolgunluğu ve parlaklığı seviyorum. Ruj öncesi uyguladığımda gözle görülür fark ediliyor ancak böyle dedim diye dolgunluk beklentisiyle gidip almayın. Benim dudaklarım çok ince diye baya fark ediliyor olabilir. Daha önce Instagram'ın hikaye kısmından da bu durumu paylaşmıştım hatta.

Diyeceğim o ki; ben çok seviyorum ancak sırf dudaktaki kabukları, ölü derileri atayım derseniz, boşuna para vermeye gerek yok. Bundan tam 5 sene önce şurada yazdığım, Youtube sağolsun (sonradan videosunu çekenler oldu) artık neredeyse hepimizin bildiği ama yine de hatırlatmak istediğim bu tarifle dudaklarınızı temizleyebilirsiniz. 

Son olarak bir hatırlatma yapmak isterim. Bu Glam Glow dudak peelingini, dudağınızda herhangi bir açık yara, uçuk, yırtık vb. varsa kullanmanızı tavsiye etmem. Benim fazlaca çatlak olan dudağımdaki ufak bir açıklıkta beni acıdan gebertti. Gerçekten duvarı tekmeledim, öyle yaktı beni. Üstelik daha kötü etti. İçindeki mentolden ötürü herhalde. O yüzden açık yara varsa uygulamayın. 




Geçtiğimiz haftalarda makyaj koleksiyonumu temizledim, sadeleştirdim. Elimde fazlaca siyah göz kalemi olduğundan, birkaç tane bitirmeden yeni bir şey denememeye karar verdim. Son 2-3 aydır kullandıklarımdan birisi de yukarıda gördüğünüz Hourglass 1,5 mm Obsidian kalemdi. Size ucunun ne kadar ince olduğunu ve renginin ne kadar kömür karası olduğunu göstermeyi çok isterdim ama bitirdim. Oley! Asansörlü bir kalem bu ve şu ana dek gördüklerim arasında en ince uçlusu. Bu sebepten gizli eyeliner (Hollywood Liner) dedikleri işlem için süper. Yani üst iç göz kirpik dibini boyamayı kastediyorum. Ben siyah kalemi her yerime sürdüğümden çabuk bitiriyorum ama bu da 0.06 grammış yani, nasıl çabuk bitmesin?




Bir diğer favorim ise bu minik NARS Orgasm allık. Bu küçük boyu Instagram'daki bir satış hesabında (tıklayın) bulmuştum. İyi ki de almışım. Çoğunlukla allıkların palet içi versiyonları ve seyahat boyları aynı pigmentasyona sahip olmuyor ama bu öyle değil. Her cilt tonuna yakışacak, ışıl ışıl, sağlıklı bir renk.




Son kozmetik favorim ise bir aydınlatıcı. NYX'in yeni ürünlerinden, DUO Chrome, yani değişik renk yansımalı aydınlatıcılarından Snow Rose rengi. NYX'in aydınlatıcı paletini sevmemiştim ben. Ürünler çok pudra pudra gelmişti. Bu öyle değil. Sürdüğüm yerde kabak gibi kalmıyor. Kolay yayılıyor. Aşırı pigmentli değil ama sürümü çok güzel. Beyaz ten için süper. 

Bu aydınlatıcıyı ve üstteki allığı uygulanmış halleriyle buraya tıklayarak görebilirsiniz.

Peki ya kozmetik dışı favorilerim? Okumaya devam edin. 



Görsel ntv.com 'dan alıntıdır.


Fi'den bahsetmeden edemedim. Sırf şu süper kadro için başladım izlemeye. İlk iki bölüm 'eh' filan dedim ama sonra baktım ki baya sarmış beni. Kitabını okumadım, direkt diziyi izledim. Farklı, güzel. 7-8-9'u bekliyorum!



Görsel tufanbaharat.com 'dan alıntıdır.


Toz tatlı biber. Allah yarabbi, nasıl sardım belli değil. Salataya, yumurtaya, yemeğe, makarnaya. Her şeye koyuyorum yahu! Belli bir marka olmasına gerek yok, hepsi aynı. 

İşte yazının sonu. Buraya kadar okuduysanız çok teşekkür ederim. Okundukça, dönüş aldıkça daha çok yazasım geliyor. Eskisi gibi.

Mutlu haftalar. <3

Not: Maskarayı yorumlamayı unutmuşum. :) Inglot'un plastik taraklı maskarasını bitirdim. Çok güzel uzatıyor ve 10 üzerinden 6 hacim veriyor.


💙💙💙

Silikon Makyaj Süngeri?

$
0
0




Selam! Taze bir blog yazısına ne dersiniz? Bu kez bir farklılık yapıp akşam yayınlıyorum yazımı. Şu yeni trend, silikon makyaj süngerlerini ele alalım diyorum.

Benim elimdeki, fırçalarını ve makyaj süngerlerini pek başarılı bulduğum Nascita markasına ait. Sanırım bu silikon süngerlerin çıkış noktası da; Molly Cosmetics markasının Silisponge isimli ürünü piyasaya sürmesi oldu. İlk önce yabancı bloggerların yazıları geldi, sonra Instagram'da vloggerların uygulama videoları. Sütyen içi silikon aparatı muadil gösteren de oldu, ayakkabı vurmasın diye kullanılan topuk plasterini de. Peki gerçekten, bu silikonumsu şeylerle fondoten, kapatıcı, kontür uygulanır mı?




Önce normal süngere göre ne avantajları var, ondan bahsedeyim. Öncelikle kullanmadan önce ıslatmanıza gerek yok çünkü ıslanınca şişecek bir formu yok. Bu yüzden size zaman kazandırıyor. Kullandıktan sonra temizlemesi aşırı kolay. Klasik makyaj süngerleri gibi suyun altında beyaz sabuna sürtmeniz ve bu iş için 1-2 dakika harcamanıza gerek kalmıyor. Suya tutmanız, çok kirliyse de bir damla sıvı sabun kullanmanız yeterli oluyor. 

Asıl olumlu yönü, ki bence kayda değer tek özelliği bu; ürün emmemesi. Dolayısıyla da sıradan makyaj süngerleri ve fırçalarına nazaran çok daha az ürün harcamanız. Normalde iki pompa fondoten kullanıyorsanız, bu tip jel süngerlerle 1 pompa yeter de artar bile. 




Evet ürün yemiyor ama bence yüze güzelce yayamıyor. Şöyle söyleyeyim; tampon hareketlerle uygulama yapamıyorsunuz. Yüze sabun sürter gibi, yukarıdan aşağı kullanmak zorundasınız.

 Ben bu değerlendirmeyi yaptıktan sonra bir daha kullanmayı düşünmüyorum çünkü ürünü homojen yayamaması ve likit ve krem ürünlerdeki performansının benim için çöp olması, ürünü kenara koymak için yeterince geçerli sebepler.

Bu arada yukarıda anlattıklarım, fondoten yayma konusundaki performansıydı. Göz altı kapatıcısını düşünmeyin bile. Köşelere, kenarla giremiyor ki. Onu bırakın, ürün parça parça uygulanıyor. Bir yerde az, diğer bölgede çok.




Kımış kımış dokusuyla benim için anca stres topu oldu. Yine de denemek isterseniz Nascita'nın sitesinden 19,90 TL'ye alabilirsiniz. Okuduğunuz için teşekkür ederim! Çok sevgiler!



*Ürün Nascita tarafından deneyimlemem için gönderilmiştir. Teşekkürler! <3




Sudocrem'le İlgili Her Şey

$
0
0


Selam! Kendimi ve kameramı, bu konu üzerine bir video çekmek için hazırlamıştım aslında. Sonra 'Ben kesin çok konuşurum, bu 15 soruyu 45 dakikada sohbet ede ede anca yanıtlarım.' diyerek, yazıya dökmeye karar verdim ve evet, birkaç hafta önce söz verdiğim gibi, sizlerden gelen Sudocrem sorularının cevaplarını veriyorum!

Lafı hiç uzatmadan soru-cevap şeklinde konuya giriyorum. Umarım bu yazımı faydalı bulursunuz.




1) SUDOCREM NEDİR?

Sudocrem; cildi korumayı ve sakinleştirmeyi hedefleyen bir bebek bakım kremidir. İçerisindeki etkin maddelerden bazıları; sodyum benzoat ve çinko oksittir. Esasında bir pişik kremi olan Sudocrem; meme uçları da dahil olmak üzere, onarım ve renk düzenlemesi gerektiren bölgelerde yaygın olarak kullanılmaktadır.


2) BEN NEREDEN DUYDUM?

Tabii ki sosyal medyadan. Snapchat'te, Instagram'da, takip ettiğim birçok kişi sivilcelerini söndürmek, uçuklarını geçirmek için bu kremi kullanıyordu. Çenemde çıkan devasa sivilceye kadar ilgimi çekmemişti. Snapchat'te izleyicilerim önerince ben de denemek istedim.


3) NEREDEN, NE KADARA ALDIM?

Bendeki 60 gram'lık olanı. Eczaneden 14 Lira'ya aldım. 125 ve 250 gram'lık iki boyu daha var. Onların da fiyatları; 28 ve 48 TL civarında diye biliyorum.


4) NE AMAÇLA KULLANIYORUM?

Ben de bir çoğunuz gibi, aktif sivilcelerin sönmesi için, sivilce çıkarmak üzere olan bölgeyi kurutup akneyi geri göndermesi için ve lekelerim için kullanıyorum.


5) SİVİLCE YAPAR MI?

Sizlerden Sudocrem'le alakalı sorularınızı istediğimde bana en çok sorulan 2. soru buydu. Bu yazıda yalnızca kendi deneyimlerimi aktardığımı, bilir kişi ya da hekim olmadığımı, herhangi bir ürünün bendeki etkisiyle sizdeki etkisinin farklı olabileceğini tekrar hatırlatmak isterim.

Ben bu kremi birkaç kez tüm yüzüme de uyguladım ve ne lokal uygulamada, ne de tüm yüzüme uyguladığım zamanlarda sivilce problemi yaşamadım.


6) HASSAS, EGZAMİK CİLDE ETKİSİ NEDİR?

Bu tam olarak benim cilt tipim. Ne iyi geldi, ne kötü. Az sonra kullandığım süre zarfındaki deneyimlerimi anlatacağım zaten.


7) YÜZ RENGİNİ AÇIYOR MU?

Üzerinde yazana bakılırsa kızarıklığı, kullananların sosyal medyada paylaştıkları deneyimlere bakılırsa da lekeleri geçirme etkisi mevcut. Dolayısıyla uygulandığı bölgenin rengini açmayı hedefliyor ancak üzülerek belirtiyorum, düzenli kullanmama rağmen bende leke açıcı etkisi olmadı.


8) SİVİLCE ÇIKMASINI ENGELLER Mİ? MEVCUT SİVİLCEYİ KURUTUR MU?

Sudocrem'i sivilcenin çıkmak üzere olduğu bölgeye uygulayıp yattığımda, ertesi sabaha sivilcenin etrafındaki o kızarıklıklar hafiflemiş şekilde uyanıyorum ancak sarıCoresatin gibi direkt kızarıklıkları iyileştirme etkisi gözlemlemedim. Ayrıca uygularken çok kremsi ve yağlı bir pomad yapısındayken, sabah uyandığımda uyguladığım bölgeyi epey kuruttuğunu deneyimledim. Bu iki sorunun cevabına gelince; bende sivilce çıkmasını yüksek oranda engelledi ya da geciktirdi ancak mevcut olan aktif sivilceyi hafifletse de söndürmedi. Kastettiğim şey şu; gece sürüp sabah sivilcenin tamamen yok olmasını beklemeyin. O kızarıklığını hafifletip, iltihaplı sivilceyi biraz da olsa kurutuyor ancak tamamen geçirmesi söz konusu olmadı.


9) TÜYLENME YAPIYOR MU?

Tüylenme yapmıyor ancak yüzünüzdeki mevcut tüylerin uzama hızını bariz şekilde arttırıyor. Yüzündeki tüyleri alan birisi olarak; normalde 1,5 ayda bir alırken, Sudocrem'i düzenli sürdüğüm sürede 2 haftada bir tıraş etme gereksinimi duyduğumu söylemeliyim. 


10) KULLANIM ŞEKLİ NEDİR?

Eczacıya bunu danıştığımda, yüzde herhangi bir bölgeye uygulanacaksa gün ışığı görmemesi için, gece uyumadan kullanmanın faydalı olacağını söylemişti. Bu yüzden ben de bu şekilde kullanıyorum. Her ay adet dönemi öncesi ya da normal bir zaman diliminde çikolata sebebiyle çenemde ve etrafında çıkan sivilcelere uygulayıp uyuyorum.

Tüm yüze uygulama konusunda ise şöyle bir şey deneyimledim. Yapısı ilk başta o kadar yoğun ve yağlı ki, ben sabaha kesin yüzüm sivilce içinde uyanırım dedim. Ancak sabah, gergin ve kuruluktan gözeneklerim daha da belirginleşmiş şekilde uyandım. Hani kil maskesi yaparsınız da, maske donunca alttan gözenekler koca koca çıkar ya, öyle.

Benim anlamadığım bu kadar kurutucu bir kremin (öyle ki insanların sivilcelerini kurutuyor) dünyanın en hassas cildine sahip olan bebeklerde nasıl kullanıldığı. Kafam karıştı.


11) NE SIKLIKLA KULLANILMALI?

Yine eczacıya danıştığım bir konuydu. Lokal olarak her gün kullanmamın bir sakıncası olmadığını, tüm yüzüme süreceksem haftada biri geçmememi söylemişti.


12) YAĞLI CİLTLER KULLANABİLİR Mİ?

Zaten kullanıp da memnun kalan kesim benim gözlemlerime göre yağlı cilde sahip olanlar. 


13) AĞRILI SİVİLCELERİ GEÇİRİR Mİ?

Yukarıda da belirttiğim gibi; sivilceleri tamamen geçirme gibi bir etkisi olduğunu düşünmüyorum.


14) BEPANTHEN GİBİ TÜM YÜZE SÜRÜP UYUSAM, ONUN GİBİ NEM VERİP PÜRÜZSÜZ HALE GETİRİR Mİ?

Bepanthen nem konusunda çok daha doyurucu. Sudocrem'i tüm yüze uygulandığında sevemedim ben. Cevap: Hayır.


15) KISACA SUDOCREM DENEYİMLERİNİ ÖZETLER MİSİN?

Bazen bir ürünün vaatlerini okuyunca, bir başkasından da memnun olduğunu duyunca o ürünü sevmek için kendimizi zorluyoruz bence. Gerçekten güzel etkilerinin olduğuna, bizde de aynı sonucu vereceğine inandırıyoruz kendimizi sanki. Bende de öyle oldu. Sudocrem'i kullanmaya başladıktan sonra ilk 1 ay etkiliymiş gibi geldi ancak düzenli kullanmama rağmen 'o mucizevi' etkisini göremedim. Yanağımda 7-8 ay önceden kalan bir sivilce lekesi ve kolumdaki yara izinin (daha çok leke gibi) en ufak bir iyileşme göstermemesi de bunun kanıtı sanki. Bu arada toplamda 4,5 aydır kullanıyorum kremi. 

Şunu da atlamamak gerek. Her sivilce izi birbirinden çok farklı. 5 senedir gitmeyen bir lekeyle, geçtiğimiz hafta sönen sivilcenin izi aynı inatçılıkta olmayabiliyor.

Bir diğer etkisi ise siyah nokta artışı oldu. Benim burnum ve çenem dışında siyah noktam yoktu. Sudocrem'i sürdüğüm bölgelerde minik minik bir sürü siyah nokta oldu.

Yine de bu kadar insanın memnun kaldığı krem sizde işe yarayabilir. Bunlar benim deneyimlerimdi. Sorularınızı kendimce, bilgim dahilinde yanıtlamaya çalıştım. Atladığım, eksik olduğum bir takım bilgiler olabilir. Onları da sizden duyarak tamamlamayı çok isterim.

Okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Sizler Sudocrem kullandınız mı? Kullandıysanız etkili buldunuz mu? Sevgiler!



Son videomu izlediniz mi? Buraya tıklayın!

Görkem






5 Yeni Fondoten || İlk İzlenimler

$
0
0


Selam! Havalar biraz daha ısınınca, yüzüme yazısını şurada yazdığım üründen başka bir ten ürünü kullanmayı pek düşünmüyorum. E madem öyle, niye beş yeni fondoten var önümde? Denemek ve yorumlamak için. 

Aralarından bazıları firma gönderisi. Zaten her zamanki gibi yanlarına (*) koyuyor olacağım. Ürünlerin renkleri, yapıları ve ambalajları başta olmak üzere, bir takım özelliklerini ele alıp, ilk izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. İlginizi çeken bir ürün varsa okumaya devam edebilirsiniz. :)


1) IT COSMETICS CC KREM (50+ SPF)

Eskiden çok sıkı takip ettiğim iki bloggerın (Lily Pebbles ve Anna) bu ürünü çok sevdiklerini biliyordum ancak ülkemizde olmayan bir marka olduğu için almayı hep erteledim. Bir şekilde bütçe ayırmadım buna. Sonra, Duygu birkaç video öncesinde bu cc kremi aldığını ve bayıldığını söyledi. Cilt tiplerimiz benzediği için ben de denemek istedim ve Instagram'da @sarinkozmetik 'ten rica ettim. Bu arada Sarin Kozmetik hesabından ikinci alışverişimdi bu ve Aret Abi diye hitap ediyorum artık çünkü çok saygılı, tatlı ve güvenilir kendisi. Güvendiğim Insta-butiklere bir yenisi eklendiği için sizinle de paylaşmak istedim. 

CC krem 50+ güneş koruması içeriyor. Pompalı bir ambalajı var. 32 ML'lik bu ürün, Amerika Sephora'da en çok satılan cc kremmiş. 

Ben iki farklı günde, iki farklı yolla uyguladım. Önce The Body Shop'un kabuki fırçasına biraz yağ damlatarak denedim. Ertesi günü ise nemli Beauty Blender'la uyguladım. Beauty Blender'la kullanmayı daha çok sevdim çünkü her ne kadar ilk uygulandığında ışıl ışıl olsa da, yüzüme oturdukça tenime biraz fazla yerleşti. Mat ve pudra bitişli asla değil ama yüzümde bir şeyler olduğu çok belli oldu. Beauty Blender'ı nemli kullanarak uyguladığımda ise bu durumu bir nebze de olsa azaltmış oldum. Kapatıcılığı ise bir CC kreme göre fazlasıyla iyi. Orta kapatıcılıkta diyebilirim. Fiyatını tam hatırlayamıyorum ancak 170-200 gibi kalmış aklımda. Kurudan ziyade normal ciltler daha çok sever diye düşünüyorum.


2) FLORMAR HD FONDOTEN 

Buna bayılıyorum ben! Şuradaki makyaj videomda yüzüme bu fondoteni uyguladım ve ne kadar sevdiğimi, neden sevdiğimi ve neden almanız gerektiğini anlattım. Aslında bu firma gönderisiydi. Daha doğrusu şöyle oldu; (videoyu izlemek istemezsiniz diye anlatıyorum) Flormar yeni HD serisini göndermişti ancak içinden çıkan HD fondotenin rengi bana koyuydu. Yapısını çok sevdiğim halde rahatça kullanamadım ve Maltepe Park AVM'deki mağazalarından en açık rengini satın aldım. 39 Lira'ydı sanırım. Flormar'ın sitesinden de alabilirsiniz. 

Kameralarda gerçekten güzel çıkan, sürümü kolay, duruşu muazzam bir ürün bu. Özel günlerde kullanacağım tek bir fondotenim olsun diyorsanız, budur.


3) BOBBI BROWN SKIN FOUNDATION (SPF 15) *

Yarışmalarının duyurularını yapmama karşılık firma göndermişti bu ürünü. Hatta stik olanı ve cushion olanı da. Yeri gelmişken hepsini az az anlatayım mı? 

Stik olanı sevmedim. Benim stik fondoten anlayışıma göre epey kuru. Hatta Anastasia Beverly Hills markasınınkinin aynısı. Cushion olan güzel, ince ama benim favorim L'oreal'in Cushion'ı. Onu da şuradaki videomda yüzüme uygulamıştım.

Gelelim bu likit olan Skin fondotene. Valla bu baya iyi. Kime göre? MAC Face&Body gibi akıcı, ıslak bitişli, az kapatıcılık isteyenlere göre. Örtücülüğü 10 üzerinden 4,5 diyeyim. Yüzde ışıl ışıl, gerçekten adı gibi 'ten' gibi duruyor. Bobbi Brown mağazalarından ve websitelerinden satın alabilirsiniz. Fiyatı 175 TL.


4) CHARLOTTE TILBURY MAGIC FOUNDATION (SPF 15) *

Çok kapatıcı ve gerçekten sihir gibi olduğunu duymuştum ancak bu beni korkutmuştu. Yüzümde çok pudralı duracağından ürkmüştüm. Instagramda, sevgili @lorijinalshop olarak bildiğimiz Lori tarafından hediye edildi. 'Buna bayılacaksın.' demişti. Bu arada Lori, bu satışlardan elde ettiği gelirle sokak hayvanlarına bağışta bulunuyor. Tıpkı @hipder Funda abla gibi. Fondotene dönersek...

Benim favori uygulama şeklim; sentetik tüylü kabuki bir fırçaya azıcık yağ damlatarak, iyice nemlendirilmiş ve mümkünse ışıltılı/ıslak bir baz uygulanmış cilde yaymak. Bu kadar kapatıcı olup, bu kadar doğal durması süper. Kış için harika bence. Aferim kız Charlie. Fiyat pahalı ama. 30 pound.


5) NYX TOTAL CONTROL DROPS 

13 ML'lik, mini minnacık bir serum formundaki bu damlalıklı fondoteni çok merak ediyordum. Öyle ki, firmanın göndereceğini bildiğim halde (ben bilirim :D) bekleyemeden kendim aldım. Fiyat fena değil. 56 Lira ve NYX'in kendi sitesinde ve mağazasında satılıyor.

Yalnız şişe çok küçük. Sadece iki kez kullandım ve NYX yazısının başlangıcına kadar indi. Neyse. İlk izlenimlerimi anlatayım. Geçtiğimiz haftalarda, akşam dışarı çıkmadan evvel nemli süngerle uyguladım. Yarabbi, o nasıl ışıl ışıl bir duruştur. İki kaşımın ortası filan yaldır yaldır parladı. (Ben bu durumu çok severim bu arada.) Böyle sağlıklı bir duruş. İncecik yapısına rağmen ortanın üstünde örtücülük.

He bu arada, bu fondotenin olayı; örtücülüğünün arttırılabilmesi. İki damla kullanırsan az kapatıcı, üç damla orta, dört damla ise tam örtücü. Fakat bence öyle değil. İki buçuk damlada tam kapatıcılığı gördüm ben. Buralara kadar muazzam da bakın gecenin ilerleyen saatlerinde ne oldu.

Ayıptır söylemesi, pek keyifli bir akşamdı. Ataşehir Watergarden'da yemek yedik. İlk kez gittim o AVM'ye ve bayıldım. Kiko var, Miniso var. Yemek yerleri bir havuzun etrafına serpilmiş. Saat başı güzel müzikler ve su gösterileri var. Işık oyunları filan. Sonra da Evrencan'ı dinlemeye gittik. Ben arada ön kameradan fondotene bakıyorum tabii. Bir iki saat sonra bi baktım, dudaklarımın etrafı, çenem ve dudaklarımın kenarındaki mimik çizgilerim (benimkiler çok mimik yapmaktan çok derin ama babam onları çok seviyor. :) <3 ) felaket durumda. Pul pul olmuş, böyle pütür pütür. Maske gibi duruyor. Aynı şekilde sabah parıldayan kaş ortası da öyle. Sonrasında cildimi daha iyi nemlendirerek tekrar uyguladım. Bu kez sadece çenemde aynı sorunu yaşadım. Kurulukları ve çizgileri çok ön plana çıkarıyor diyebilirim.




Bahsettiğim fondotenlerin renkleri de böyle. Özellikle NYX ve Flormar'ın rengi bana baya iyi oldu. 

Buraya kadar okuduysanız çok teşekkür ederim. Kısa bir süre sonra blogda bir takım yenilikler olacak ve ben buralara biraz daha ağırlık vereceğim. Bu site benim kıymetlim. Sesimi ilk buradan duydunuz. :)

Sevgiler!


Hamilelikte Lekelenme, Düşük Tehditi, 16. Hafta

$
0
0





En kıymetlim, ilk göz ağrım bloğuma, bir gün böyle bir yazı yazacağımı söyleseler hayatta inanmazdım ama oldu işte. Büyüdüm, anne oluyorum. Ben mi oluyorum? Hem çok yakın, hem çok uzak. Bugün 16 hafta (4 ay) olmuş bile. Yazması ne kolay, söylemesi de öyle. 

Gerçekten bir kadının yaşayabileceği en keyifli süreç mi? Aksilikler olabilir mi? Bu anlar nasıl değerlendirilmeli? Dışardan bakmak ayrı bir keyifli ama bir de içi varmış ki, sadece mide bulantısı ve büyüyen bir göbekten çok daha fazlasıymış.

Bu konularla sizi sıkmayacağımı çünkü anne-çocuk dosyalarının herkesin ilgi alanı olmadığını, bana ve birçok anne adayına ya da anne okurlarıma keyif veren içeriklerin, bir başka hemcinsimin canını yakacağını biliyorum. Yine daha önce de söylediğim gibi; bu süreci ve doğum sonrasını sosyal medyada 7-24 yaşamayacağımı da. 

Sizi ara ara güncellerim demiştim. Hamilelik üzerine ilk Instagram paylaşımımı da geçtiğimiz haftalarda yapmıştım. Şuradan ulaşabilirsiniz. Bugün tekrar bir güncelleyeyim sizi dedim ama o kadar uzun yazdım ki, Instagram müsaade etmedi. :) O zaman bloğuma koşayım dedim. Derseniz 'Neden video değil?', çünkü ben yazmak istedim. Git gide okumaya üşenen bir toplum olduğumuz şu günlerde, video izlemenin daha kolay olduğunun farkındayım ancak yine bu saydığım sebeplerden ötürü, hala bir şeyler okumak isteyen insanların yazılarımda toplanmasını seviyorum sanırım. :)  

Bugün hem 16. hafta güncellemesi yapacağım, hem de daha evvel sosyal medyada açıkça dile getirmediğim ama benim için ürkütücü ve üzücü olan bir hamilelik deneyimimden de bahsedeceğim. Eğer bu yazının ilginizi çekeceğini düşünüyorsanız lütfen okumaya devam edin.


Youtube kanalımın takipçisiyseniz, birkaç ay evvel minik susam tanesi haberi taptazeyken çektiğim uzun ve ötesi sohbet videomu görmüşsünüzdür. İzlemediyseniz ve yazıdan önce konuya sohbet videomla giriş yapmak isterseniz, videoyu aşağıya koyuyorum. :)



Bu video çekildikten kısa bir süre sonra Yunanistan'daydım. Atatürk'ün evini 3.kez gezmek için sıra beklerken orta şiddette diyebileceğim bir karın ağrısıyla bir kafenin tuvaletine koştum. İçimden bir şey kopup aktı sanki. 

Tuvaletten çıkarken doktorumun ilk günden beri söylediği şu cümle kulağımdaydı: 'Hamilelikte kanama istemiyoruz. Kahverengi leke, kırmızı kan görürsen hemen yanıma gel lütfen.' Elimde kahverengi lekeli bir peçete, çıktım eşimin yanına gittim. 'Korkma ama ufak bir lekelenme başladı bende.' dedim. Hemen doktorumu aradık. Durumu detaylı bir şekilde anlattık. O an için dönmemize gerek olmadığını, leke kırmızı kana dönüştüğü takdirde hemen hastaneye gitmemizi söyledi. Moraller bozuldu tabii ama yine de ilk kez böyle bir süreç ve durum tecrübe etmemize rağmen yeterince soğuk kanlı durabilmişiz, şimdi farkediyorum bunu.

'Siz girin, gezin.' dedim, ben Ata'nın bahçesinde bir bankta kalakaldım. Özellikle Dr. Google'a sormadım. Çıkacak sonuçları biliyordum çünkü. 'Karın ağrısıyla birlikte lekelenme/kanama, düşük başlangıcı, düşük tehditi.' Selanik'te durmanın bir anlamı yok, planımızı bozmayıp önce Kavala'ya, sonra Thassos'a devam edelim dedik. Arabaya atlayıp Kavala'daki otelimize gittik. En ufak bir boşlukta tuvalete koşup durum kontrolü yaptım. Lekelenmem devam ediyordu. Doktorumun önerisiyle bir eczane bulduk ve içtiğim ilk günden itibaren beni robota çevirecek, ne yediğimden, ne gezdiğimden, ne yaşadığım günden keyif almama müsaade etmeyecek o ilacı satın aldık. Progestan.

'Biz önlemimizi alıyoruz, düşük olmaması için hemen sabah öğlen akşam bu ilaca başlıyorsun. İlacı içtikten sonra uzan, baş dönmesi, ani tansiyon düşüklüğü, aşırı uyku hissi ve bulantı yapabilir.' dedi. Valla hiç umrumda olmadı o an. Tek istediğim ilaca bir an evvel başlamaktı. Başladım da. 

Gerçekten tatil boyunca o ilacı 3 öğün kullanmak beni biraz yordu. İlacı içip yattım çünkü başka çarem yoktu. İçtikten yaklaşık 1 saat sonra ağzımı oynatamama, tepkisizleşme, tansiyon düşüklüğü, bulantı ve baygınlık hissi. Hiçbir şey yiyemedim, kısa sürede 3 kilo verdim. Çok dua ettim ama bir şey olacaksa zaten olacaktı, onu da bildim. Sadece hayırlısını diledim ve evladımın bu dünyada alacak nefesi varsa, yazılmışsa, benimle kalması için dua ettim. Tatili hem kendime hem de eşimle kardeşlerimize zehir etmemek için hiç halim olmasa da gezdiğimiz plajlara gittim. Zor da olsa mis gibi denizlere girdim. :) Şezlongda uyudum, tansiyonum düşünce ayaklarımı havalara diktim. :D

Annemle, babamla, doktorumla uzun telefon konuşmaları yaptım. Sinirim çok bozuldu, bol bol ağladım. Saat başı tuvalete gidip kanamam var mı diye kontrol ettim. Bunun 5 hamile kadından 1'inin başına geldiğini, bazı kadınların her ay bunu yaşadığını, bazılarının da lekelenmeyle başlayıp kanamaya çevirdiğini, yine bazılarının bebeklerini kaybettiklerini, bazılarının hamileliklerini sorunsuzca tamamladıklarını öğrendim. Dua ettim. 

Döner dönmez de doktoruma koştum ve bebeğimin kalp sesini dinledim. Bir doktorumun suratını görüp elini sıkınca, bir de bebeğimin kalp atışını duyup hareket ettiğini görünce inanılmaz hissediyorum kendimi. İsteyen herkes de en doğru zamanda duysun inşallah. Doktor her şeyin yolunda olduğunu, bu lekelenmenin rahimde birikmiş eski kan olabileceği gibi, gebelikte damarlar ve rahim çok genişlediği için damar çatlamasından sızan bir leke de olabileceğini söyledi. Önemli olan kırmızı kan görmemekmiş çünkü taze kan, taze kanama demekmiş. Progestan'ı sabah akşama düşürmemizin iyi olacağını da ekledi ve bir sonraki kontrole kadar durum değişikliği olursa telefonlaşacağımı söyledi ve evimize gittik.

Bu arada Progesteron hormonu almanın bebeğe bir zararı olmadığı gibi, aksine anne rahmine tutunmasını sağladığı için yararı bile varmış. Zaten vücudumuzun salgıladığı bir hormonmuş. Detay isterseniz şuraya tıklayabilir ya da kendiniz araştırabilirsiniz. 


Lekelenmelerim azaldı, çoğaldı. Durdu. Tam bitti dedim, daha şiddetli başladı. İlaca tekrar başlamak zorunda kaldım. Bu süre zarfında bu tecrübeye alıştım. Bebeğim büyüdü, ikili test yapıldı. Sonuçlar temiz çıktı. Sabah halsizliği, bulantı ve koku hassasiyeti gibi sıkıntılarım azaldı. Aslında bakıyorum da, ben şu durumu saymazsam çok zor geçirmemişim ilk 3-4 ayı. Hiç istifra etmedim mesela. İstifra edecek kadar şiddetli bulantım olmadı. İlk başlarda aşırı halsizlik olmuştu ama sonra Progestan sağolsun uyumadığım an kalmadı. :) 

Anladığınız üzere ben bu konularla ilgili yazılarda, videolarda 'Ne yapılmalı, ne yapılmamalı?' sorularının cevaplarından çok 'Ben ne yaşadım, ne yaptım?' sorularını yanıtlayacağım çünkü herkesin hamileliği farklı, doktoru farklı, bakışı farklı. Kimseye ahkam kesmek derdinde değilim. Zaten bu benim ilk gebelik tecrübem. Öğreniyorum. Paylaşıyorum.

Diyorum ya, 4 ay olmuş bile. 4.ay itibariyle düşük riski çok çok azalıyormuş. Bebek büyüyüp rahme tutunduğu için, hamilelik belirtileri de (kusma, bulantı vb) hafiflediği için anneyi 2. Trimesterde (hamileliği 3 bölüme ayırmışlar, ilk 3 ay 1.dönem, 3-6 ay arası 2. dönem ve kalan kısım da 3. dönem.) çok daha keyifli bir dönem bekliyormuş. Hakikaten de öyle oldu. 

'Normal doğum yapmak istiyorsan hareket etmelisin.' sözünden yola çıkarak her gün 40 dakika - 1 saat yürümeye başladım. Yoga ve pilates araştırmalarım sürüyor. Kitap okumaya, halim varsa müzik açıp dans etmeye devam ediyorum. İğne görünce fenalık geçiren ben, normal doğumu araştırıyorum. Doğumla ilgili önceki düşüncelerim ve hamile kaldıktan sonraki bakışımı da yazmak isterim aslında. Siz de ister misiniz?

Acaba 4. ya da ne bileyim 6. ayı görebilecek miyim? diye çok sordum kendime. Öyle ihtimaller konuşulunca insan kötü olasılıkları da düşünüyor. Yani ben düşündüm. Şimdi dönüp baktığımda bu endişenin tecrübesizliğimle değil de, insanlara verdiğim değerle alakalı olduğunu görüyorum. Biraz açayım size.

Hamile olduğumu söylediğim bir tanıdığım bana o akşam boyunca düşük yapan arkadaşını anlatmış, doğumun zorluklarından bahsetmişti. Kendisini kötü niyetliden çok, akım derken bokum diyen birisi olarak gördüğüm için üzülsem de çok kaale almamıştım. Lekelenmemin olduğunu ve buna üzüldüğümü söylediğim bir başka tanıdığımsa: 'E iyi olmuş sana, ders olsun.' diyerek beni çok şaşırtmıştı. Yine çok kaale almadığımı düşünerek bir yerlere ittim bunları hep. Sonra bu lekelenmelerim gebeliğim ilerlemesine rağmen artarak devam edince depodan o lafları çıkarmışım işte. Bunları takmışım kafama.

Evet hamilelik harika bir süreç. Yaşayabileceğimiz her türlü sağlık sorununa, tehlikeye rağmen harika bir süreç. Korkular, bulantılar, ağrılar, ultrason günü gelip o 'güp güp' sesini duyana kadar. Hamilelik çok güzel de, güzel insanlarla güzel. Kötü niyetli olmasa bile, dilin kemiği yok, progestana boğulmuş, ekstra hassas ve alıngan bir kadını kırabilir bazı sözler. Bana da öyle oldu herhalde. O zaman beni iyi hissettiren insanlara daha çok yaklaşmam gereken bir dönemdi bu. Ben de öyle yaptım.

Bir de bir şey daha söyleyeyim, aramızda kalsın. Çok sabırlı bir cadıyımdır normalde. Yani sabrederim, susmam gereken zamanları bilirim ama lafın altında pek kalmam. İçime dert olur. Hamilelikte bu daha da fena oldu. Sesli düşünmeye başladım. Ağzımı tutamamaya, patavatsızlığa başladım. Niye öyle oldu anlamadım. O yüzden canımı sıkana da pat pat cevap verdim telefonda, yüz yüze. Ohh, iyi de yaptım. Hani o uzun videomda demiştim ya, sosyal medyadaki kırıcı yorumlara artık kızamıyorum, kendi yakınlarımdan bu darbeyi aldığımdan beri diye, işte tam olarak bundan bahsetmiştim. 

Kendimi kamufle etmek, kabuğuma çekilmek, ne bileyim, bu süreci sosyal medyadan tamamen uzakta yaşamak aklıma gelmedi değil ama bunun beni mutlu etmeyeceğini ve çözümün bu olmadığını biliyordum. Tuhaf insanlar, tuhaf cümleler hep vardı, var, hep de olacak. Geçtiğimiz haftalarda arkadaşımla öğle yemeği yerken telefonuma gelen bir bildirimle kalakaldım mesela. 'Sen bu bebeği kesin düşürürsün, göbeğini çekip koyma.'şeklinde başlayan yorumların devamında 'Kocanla görüşüyorum, boynuzlarını kaşı.', 'Senin gibi ezik ve aptal bir annesi olacağı için çocuğuna acıyorum.'şeklinde cümleler de okudum. Son derece keyifli bir gün geçirirken, yaptığım işin bedeli olarak telefonuma düşen bir bildirim sinirimi bozdu. Ekran görüntülerini aldım ve takipçilerimden kendisine cevap vermemelerini rica ettim. 6 sene boyunca, zaman zaman gerçekten acımasızca yorumlar aldım. Bu üstteki yorumlardan daha çok üzenler oldu beni. Daha ortada bebek mebek yokken 'çocuğun sakat doğsun da siksinler onu'şeklinde bir yorum aldım ben. Sansürsüzce yazıyorum evet. O da sansürsüzce yazmıştı ve yine güzel bir Pazar sabahımın içine etmişti. Ne kadar kolay. Bir hesap açıp ağzına geleni söylemek, kırk yılda bir sevdiği herkesi aynı masaya toplamış bir insanın telefonuna sızıp akşamını çalmak, mahvetmek. Bu kadar kolay mı? Ben bu yorumu ve önemsiz sayacağım diğer hakaretleri tolere ettim çünkü 'aptal, çirkin, salak' dedi diye yargıyı meşgul edip dava mı açsaydım? Bana biraz boş geliyor tüm bu çara çöpe 'dava açarım!!!!' durumları. Üşenirim ben. Memlekette o kadar dava varken, ben nasıl öyle bir dilekçe verip de mahkemeye sunayım hem? Üzüldüm, yorumunu sildim, belki engelledim, fotoğrafımı yoruma kapattım geçtim. Ama sanırım artık sosyal medyada hakaretin suç olduğunun farkına varılmasını istiyorum, birilerinin bunu öğrenmesini istiyorum. Bu konuyla ilgili başka da bir şey demeyeceğim. :)

'Düşük tehlikesi olan kadına düşük yaparsın demek!', 'Anneyim ben, hamileyim!' triplerine girmeyeceğim, korkmayın. Bazı şeyler ailede başlıyor işte. 30 yaşıma geliyorum neredeyse, ben mi öğreteceğim sosyal medyada nasıl konuşulacağını? Ben kendi etrafımdakilerden duydum daha yumuşak üslupta, benzer lafları. Durum benlik değil, problem kişinin kendinde başlıyor, bunu kabul edip insanlardan gelebilecek kırıklıkları en azından bu 9 aylık süreç için attım camdan aşağı. Attım gitti.

Bugüne gelelim, 16. haftaaaa. İkili testte %80 oranla öğrendik cinsiyeti ama asıl haftaya kesinleşecek. Yani saklanmazsa. :) Bu aralar 'cinsiyet belli oldu mu?' diye mesajlar geliyor bana. Başta şaşırıyordum ama alıştım ve hoşuma da gidiyor, ne yalan söyleyeyim. Tanımadığın halde birileri tarafından önemsenmek güzel. Seninle mutluluğunu paylaşmaları güzel. :) Tabii ki öğrenirsem sizinle de paylaşacağım.

16. haftada, aylardır çektiğim kabızlık sorunu yerine düzensiz bağırsak durumuna bıraktı. Karnım gaza bağlı olarak bir büyük, bir küçük görünebiliyor ama yine de baya gösteriyor kendini. Bezelye yutmuş solucan gibiyim. :)

Bulantım ara ara öğlen vakti oluyor. Çok fazla aç kalmamaya çalışıyorum. Cevizle, meyveyle ara öğün yapıp ana öğünlerde hızlı ve çok çok yemediğim zaman bulantım kontrolüm altında oluyor.

Bir de bu ara damarlarım çok belirginleşti. Vücudumda, ellerimde, karnımda. 

Lekelenmeye gelince. Şu an için yok ama biliyorum ki haftaya yine başıma gelebilir. Yine ilaca başlayabilirim. Yine salak salak sözlere maruz kalabilirim. Bu gibi durumlarda ne yapmam gerektiğini biliyorum artık. Panik yok! Siz de olmayın. :)

Bakalım neler bekliyor beni? Haftaya cinsiyeti tam anlamıyla öğrenme ihtimalim beni heyecanlandırıyor. Sadece beni de değil, baya kalabalık gideceğiz kontrole. Hayırlısı. :)

Bende durum böyle işte. İçimden gelenleri yazdım. Siz de okudunuz belki. Çok teşekkür ederim okuduysanız. Benzer tecrübe yaşayanlar varsa, yorumlarını ya da mesajlarını beklerim. Öpüyorum çok. :)


Görkem


Yeni Favori Rujum || #gorkitooneriyor

$
0
0


Yeniden merhaba! Favoriler videoma kadar bekleyemediğim için, bugün size son zamanlardaki favori rujumu anlatacağım. Aslında tam olarak 1 senedir, yazısını şurada yazdığım rujdan başka bir şey sürmüyorum, bunu da sık sık dile getiriyorum. 

Bugün bahsedeceğim dudak kalemini de Kiko rujumla birlikte kullanmak için almıştım esasen, ancak yapısı ve rengi o kadar hoşuma gitti ki, tüm dudağıma ruj olarak kullanmaya başladım. Fotoğraflarda Kiko ruja benzese de, renk olarak çok daha soğuk ve içerisinde kahve/leylaklık hakim. Beyaz ve buğday ten için harika bir soluk dudak rengi diye düşünüyorum.




Flormar'ın asansörlü kalem serisi Style Matic'in 11 numaralı kaleminden bahsediyorum. Sürümü yumuşacık, kaygan bir kalem ancak sürdükten 30 saniye sonra sabitleniyor, bu yüzden üstünden tekrar tekrar geçilmiyor. Tüm dudağa kitlendiği için gün boyu dudağımdan asla silinmiyor. Görüntüsü hafiflemiyor bile.




Dudağımı çerçevelerken değil ama orta kısmına uygulamadan önce dudak nemlendiricisi uyguluyorum. Böylece biraz daha nemli ve parlak duruyor. Ben bir de 03 numaralı rengini almıştım. Pembe tonlarını sevenler bakabilir. 



Satış fiyatı 14,99 TL. Tam anlamıyla bir #gorkitooneriyor ürünü. Benim tavsiyem üzerine alırsanız, lütfen bu etiket altında ürünle ilgili düşüncelerinizi paylaşın ki hepimiz görebilelim. :)

Flormar mağazalarından ya da şuraya tıklayarak satın alabilirsiniz. Mutlu haftalar! 


MAC Retro Matte Ruj İncelemesi & Hediye

$
0
0


Oğlum sepete taktı kafayı, dibinden ayrılmadı. Ben de rahatını bozmaya kıyamadım diye böyle fotoğrafladım. Dikkat! Bu yazının görsellerinde bıyık, pati ya da ıslak bir burun görebilirsiniz. 

Bugün, Instagram'ı 1 aydır adeta esir alan Retro Matte rujları anlatacağım. Bir de size hediye edeceğim. 




Likit mat furyası bitmedi, bitmeyecek gibi. Her geçen gün markalar piyasaya sürmeye devam ediyor. Renk renk, sürülünce dudakta matlaşan, kalıcı rujlar bunlar. MAC de durur mu? Tabii ki Retro Matte likit serisi çıkarttı ve özellikle geçtiğimiz ay her şubesinde bu rujlar üzerine çifter çifter etkinlik yaptı. Ben de etkinliğin olduğu gün Palladium'daydım hatta ve uğradım. Çok beğendiğim makyaj sanatçılarıyla tanışma şansına eriştim. 1 alana 1 bedava kampanyasına da Topped With Brandy'i kaparak göz kırptım. Yaklaşık 1 hafta, 10 gün sonra da MAC'ten bir paket aldım ve içinde bir sürü renkte Retro Matte vardı.

Yukarıdaki görselde kendime ayırdıklarım var ve ilk sıradaki Cafe Au Chic'i  de yaklaşık 8-9 ay evvel kendim almıştım. Lady Be Good'u bu yazıyı hazırladıktan sonra arkadaşıma hediye ettim. Devamı hala benimle.

Ben bu serinin en çok ambalajı ve fırçasını seviyorum sanırım. Daha doğrusu aplikatörünü. Renk skalası güzel ama koyu renklerin açıklar kadar örtücü olmadığını ve benim istediğim açıklıkta, doğala yakın tonlar barındırmadığını düşünürsek, likit mat ruj alacağım zaman çok tercih edeceğim bir seri değil. Renk olarak ve yapı olarak en beğendiklerim yukarıda gördükleriniz.

Şu ana kadar kullandığım tüm likit matlara bakarak söylüyorum, MAC Retro Matte benim dudaklarımda çok çok kalıcı değil. Çok fazla kurutma da yapmıyor. Performansına, yapısına 10 üzerinden 6 verebilirim. En en sevdiğim rengi Cafe Au Chic kesinlikle. :)




Rujların kurumuş halleri bu şekilde. Şimdi gelelim size hediye edeceğim renklere. Blog yazımı sonuna kadar okuyan ve aşağı yorum bırakan kişiler arasından rastgele seçeceğim bir okuyucuma Topped With Brandy ve Simply Smoked hediye edeceğim. Bu yazıyı duyurduğum Instagram paylaşımımı beğenenler arasından birisine de Cafe Au Chic vereceğim. :)

MAC Retro Matte likit rujlar 69 TL'ye MAC'in websitesinde ve MAC mağazalarında satılıyor. Siz hangi renge sahip olmak istersiniz? Sevgiler!



Doğum Korkusunu Alt Etmek Ve Gönlümden Geçenler

$
0
0

Görsel alıntıdır.



Yine ben! Öncelikle gebelikle ilgili ilk yazıma göstermiş olduğunuz ilgiye çok teşekkür ederim. Yazının altındaki yorumları hem tebessüm ederek, hem de gözlerim dolu dolu okudum. Çok teşekkür ederim...

Bugün yine içimdeki minik kalple ilgili bir şeyler yazıp çizeceğim. Bir önceki yazımda bahsettiğim konuyu; doğum hakkındaki düşüncelerim ve doğum korkusunu işleyeceğim. Diyeceksiniz ki; 'Bu konuda ne biliyorsun da yazacaksın acaba?' Evet, bilmiyorum. Sevdiklerimin, doktorumun desteği hep üzerimde olsa da, sürekli araştırsam da, aslında bir bakıma tek başıma çıktığım, hiç bilmediğim bir yolculuk bu. Aylar boyunca hormonlarım, huyum suyum, bedenim, aklım, bakış açım, endişelerim, her şey değişti, değişecek de. Ne kadar okursam okuyayım, ne kadar dinlersem dinleyeyim, bir sonraki gün neler tecrübe edeceğimi bilemiyorum. Hayat önüme ne getirecek, heyecanla bekliyorum. Ne getirirse kabulüm, sonunda kızıma kavuşmak varsa.

İlk defa yazdım bir yere. 'Kızım' dedim. Hiç kızım olsun diye dua etmedim. Hamile olduğumu öğrendiğim günden beri 'Sağlıklı, iyi kalpli bir evladım olsun hayırlısıyla.' dedim ama itiraf edeyim, içten içe ilk bebeğimin kız olmasını hep istedim. 18. haftanın içindeyiz artık. Artık beni duyuyormuş. O yüzden konuşuyorum onunla. 'Kızım' diyorum ama başkalarının görebileceği şekilde ilk kez yazıya döktüm bu kelimeyi. Çok heyecanlandım şimdi. :) Nedenini bilmiyorum.

Bu yazı uzar gider, o yüzden duygusal moddan biraz çıkayım ve esas konumuza döneyim. Kendi ailem gibi bir aile kurmak hep gayemdi. Ne şanslıyım ki, nasip oldu ama öncesinde de, daha kendi çekirdek ailemin temeli atılmamışken, yani bundan yıllar yıllar evvel babama hep derdim. 'Baba doğum hakkında ne düşünüyorsun?' Babam gerçekten dört beşlik bir baba olmasının yanı sıra çok iyi bir eş ve hekim. Bu yüzden annemin iki doğumuna da girmiş. Ben normal doğmuşum ama kardeşim, annemin yaşadığı riskli hamilelik sebebiyle sezaryen. Hatırlıyorum zaten çok net. Annemin bütün hamileliği boyunca istifra etmeden geçirdiği 1 gün olmadığını, elinde sürekli poşetle bembeyaz bir suratla gezdiğini, 4. ayında kesesinin patlayıp suyunun geldiğini ve aylarca salondaki üçlü koltukta öylece yattığını. Hatta doğum yaptığı günü de hatırlıyorum. Ameliyat öncesi yaşadığı sıkıntıları da. 

Babamın anlattığına göre, anesteziyi verirken 5'e kadar saymışlar. Annemin bayılmadan önceki son cümlesi 'Allah'ım sağlıklı, eli ayağı düzgün...' Tamamlayamamış cümleyi. Benim hatırladığım kısma gelirsek, ameliyathanenin kapısı açılınca, ağzı burnu köpük köpük, kara saçlı minicik kardeşim. Hayatım boyunca hep kardeş istemiştim. O an öyle kıymetliydi ki. 

Annem de ayılınca odaya geçildi. Kardeşimi getirdiler. Emdi, ziyaretçilere göründü ve herkes gidince  yattığı yatağı önüme çekip saatlerce izledim. Annem dinlendi, ben kardeşimi izledim. Sinek uçurtmadı derler ya, öyleydim. O kadar güzeldi ki. Çekik gözlü, uzun kara saçlı böcek Buket. İzlerken hep düşündüm. Annem bu kadar acı çekti, hala da ağrısı var ama kardeşim onun içinde büyüdü, birkaç saat önce içerdeydi, şimdi yanımızda. Bu nasıl mucize? Gözlerimi alamazdım güzelliğinden, minikliğinden. Abla oldum diye bir havalar, bir havalar. Buket'i çok kıskandım ama. 10 yaşındaydım ve 1-2 sene sonra o büyüdüğünde benden başkasına abla demesine tahammül edemedim. Yani Ayşe Abla filan denir ya kuzenlere, komşu kızına. Hayır, tek ablası var, o da benim. Onu annemden sonra en çok ben sevebilirim. Annem, Buket, ben, hatta babam da dahil, biz 4'ümüz birlikte büyüdük. Genç anne baba olmanın faydaları sanırım. Ailemle, mahalledeki arkadaşlarımla, okuldakilerle, apartmanın arka bahçesindeki ağaçlarla mükemmel bir çocukluk geçirdim ben. Tableti ve telefonu olmadan, düşe kalka sokakta büyüyen son jenerasyonlardan biriydik biz herhalde. Şimdi büyüdüm ve kan aldırırken ıslık çalıp sağa sola bakan ben birkaç ay sonra inşallah kendi bebeğimi doğuracağım. Tuhaf.

Aslında tam olarak bunun üzerine konuşmak istiyorum bugün. Kimse okumasa bile ben bileyim, ileride açıp okuyayım neler yazdığımı. Hayatım boyunca hiç anestezi almadım, ameliyat olmadım. Bu benim için çok büyük bir şükür, bir o kadar da korku konusudur. Ergenliğimde yaşadığım birkaç bayılma olayı sebebiye belki de, düşüncesi bile beni kötü eder hep. Halbuki kaç kişi birden söyledi: 'Kızım anestezi senin o bayılman gibi değil. Uyur gibi oluyorsun. Senin tansiyonun düşüp fena olup bayılıyordun. Bu öyle değil.' diye. 

Babam bana bir keresinde şey demişti: 'Bazı doktorlar normal doğum önerir ama kızlarına kıyamaz, sezaryen ol, uyandığında her şey bitmiş olsun, al yavrunu kucağına.' der. Ben bayılmaktan korktuğum için bunu hep düşünürdüm ancak şimdi birkaç ay sonra yaşayacağım kaçınılmaz bir deneyim var önümde ve iş ciddiye bindi diyebiliriz. :)

Diyorum ya; kan aldırırken Instagram'a bakıp ıslık falan çalıyorum ben ama şu hamileliğin başından beri yaptırdığım tahlilin haddi hesabı yok. Hepsine de koşarak gittim, yumruğumu sıktım, derin nefes aldım, karnımdaki kelebeği düşündüm ve güle oynaya aldırdım kanımı. Artık korkmuyorum. Gülmeyin, iğne korkusu ciddi bir şey. :)

Artık yok. Daha da garip olan şey; ben bayılmaktan da korkmuyorum artık. Yani anestezi almaktan. Kendimi her fikre alıştırdım, her korkuyu attım kenara. Salak mısın Görkem? Apandistin patlamak üzere olsa, anestezi korkusu mu kalır? Ya da başka bir teşhis konsa. Ucunda iyi olmak varsa bayıltın gitsin be. 

Yok, mecburiyetten değil ama. Şu an daha farklı bir cesaret geldi. Allah kimseyi hastalıkla sınamasın tabii ama söz konusu doğumsa, zaten tamam. Bayılmaktan korktuğum için değil, aylardır araştırdığım, okuduğum, dinlediğim için normal doğumdan yana gönlüm. Ben o sancıları çekmek, kan ter içinde doğurmak istiyorum. Ben öyle istiyorum ama bakalım kızım nasıl istiyor? O karar versin ne zaman, nasıl geleceğine. Belki ters duracak, sezaryene alacaklar. Belki 20 saat sancı çekeceğim, yapamayacağımı düşüneceğim, kendim teslim olacağım epidural veya spinal sezaryene. Belki de 2 saatte fırt diye doğuracağım. Belki kesi gerekecek, epizyotomi yapılacak. Belki de gerek kalmayacak. Bilmiyorum ama ne olursa olsun heyecanla bekliyorum. Zaman hızlıca aksın da, hemen doğurayım, kavuşalım diyor bir yanım, bir yanım da hamilelik denen serüvenin tadını iyice çıkarmak istiyor. Daha bunun alışverişi var, ismi var, ohoo. Hepsini heyecanla bekliyorum. Doğumdan da artık korkmuyorum. Gönlüm bebeğim ve kendim için her şeyin doğalı olsun, vajinal doğum olsun diyor. Seçme şansım olsa bunu seçerdim ama Allah'a ve kızıma bırakıyorum. Nasıl sağlıkla gelecekse öyle gelsin.

Bir de ben olumsuz, korkutucu doğum hikayelerini okumuyorum, dinlemiyorum. İletişim halinde olduğum doktor ve doulalardan öğrendiğim en önemli şeylerden birisi bu. Herkesin hamileliği, doktoru ve doğumu farklıymış. Her şey ters de gidebilir elbet ama ben kendimi çok pozitif bir doğuma hazırlıyorum. Şimdi ben böyle dedim diye DMler gelir, olumsuz olumsuz. Açmıyorum, yazmaaaaa. Çok büyük geçmiş olsun herkese. Allah bir avazda kurtarsın hepimizi ama ben olumsuz bir şey olacaksa da o gün kendim görmek istiyorum. Önceden bilmek istemiyorum.

Doğumdan deli gibi korkan bir insan bile birazdan bahsedeceğim klipleri izleyince fikri değişir, korkusu biraz yumuşar bence. Kesinlikle pozitif doğum hikayeleri izlemek çok çok etkili. Yazının sonuna birkaç tane link ekleyeceğim, ilginizi çekerse izleyin. Bana çok iyi geliyor. :)

Diyorum ya hep, her şey sosyal medyada göründüğü kadar mükemmel değil, olamaz ve zaten olmamalı. Bir önceki yazımda bahsettiğim felaket tellallarına benim kadar üzülmüş, öfkelenmişsiniz. Bu kez bahseceklerim o kadar acımasız değil. Genel olarak insanların tavırlarından ve belki de her gebenin karşılaştığı cümlelerden bahseceğim çünkü ben de muzdaripim. 

A: Kız sen nasıl hamilesin? Hiç kilo almamışsın.

İÇ SESİM: Bebeğim kilo aldı ama.

B: Biraz ye, ye. Çocuk salak olur.

İÇ SESİM: Doktorum kilomun çok güzel gittiğini söyledi. Bebeğin gelişimi de önde. Etimi, sütümü, meyvemi, yumurtamı yiyorum zaten. 

C: Geçen hafta daha büyüktü göbeğin, noldu? Bebek iyidir inşallah.

İÇ SESİM: Hee, bebek çekti suyun içinde, karnım da küçüldü. (Ya sabır.) Geçen hafta GAZIM VARDI. 

-Çok zayıfsın, nerende taşıyorsun çocuğu?

-Kız sen doğurabilecek misin? Nasıl doğuracaksın bilemedim ben. 

E DOĞURACAĞIM TABİİ. Rahmetli anneannem, 'Oraya düştüğü gibi çıkıverir.' derdi. Bir şekilde çıkacak elbet.

-Azıcık ye, ye. 48 kilo hamile mi olur? 

30 kilo alsam da sığır gibi oldun diyeceksin. Çok kilo alsam ne olacak? Doğumu zorlaştırmaktan başka. Her şeyi yiyorum da 1 ayda 10 kilo birden almamışım, napayım, bünye? Sağlıklı olan da buymuş.

-Adını Ayşe koy.

-Adını Fatma koy, ben çok severim.

Sordum mu ne koyalım diye? Sen koy çok seviyorsan.

-Şey koysana adını.

-Aa, başka isim mi yok, koyma öyle isim.

TMM

-Yok, yeminle erkek göbeği bu, sivri. Kalıbımı basarım. 

TAMAM ANASINI SATAYIM, YIRTSIN DOKTORLAR DİPLOMAYI. Hepsi yanıldı, bir sen biliyorsun.

Şaka değil bunlar, gerçek. Bir de doğum sonrası neler olur, bilinmez. Kadınların üzerinde doğum ve emzirme başta olmak üzere tuhaf tuhaf baskılar yaratan, her şeye karışmayı kendinde hak bilen insanlar var, hep okuyorum, görüyorum. Bakalım beni neler bekliyor. Bu arada bu yukarıdakileri gerçekten gülerek yazdım. Siz de gülün. :)

Biz en iyisi şu güzel doğum hikayelerine odaklanalım. Olumsuz tecrübeler yaşasak bile, sonunu düşünmek çok iyi hissettiriyor. Güzel bir müzik açmak, hayal kurmak, her şeyin güzel olacağını, bebeklerimizi kucağımıza alacağımızı düşünmek çok güzel. İşte bunu kimse alamaz elimizden. Hayal kurmak, dua etmek olumlu bir sona bir adım daha yaklaşmak demek değil midir? Ben buna inanıyorum.

Bir de yaralı kaplan gibi oldum ben ya. Bunu yaşayan var mı? Kendi çevremde varmış, konuştum ama aranızda benim gibi düşünen, hisseden var mı? Buradan yazmak zorunda değilsiniz, özel mesaj atsanız da olur.

Bahsettiğim şey şu; hani yukarıda kardeşimi çok sahiplendim, kimseyle paylaşamadım dedim ya. Şimdi aynı şey daha doğmamış bebeğim için geçerli. Sanki içimde çok güvende. Şimdi bir tek bana yakın. Ben hissediyorum her şeyini. Ben taşıyorum. Birisi gelip ben sormadan ahkam kesince, 'ismini şöyle KOY', diyince, ben onu şuraya götürürüm, şunu giydiririm' diyince 'he, he' diyorsun da, doğunca nasıl koruyacağım her şeye müdahale etmeye çalışanlardan? Biraz büyüyünce onu kıranlardan nasıl koruyacağım acaba? Manyak mıyım ben? Hormonlardan dolayı mı böyle oldum? Anne olunca anlar mıyım? 

Tek bildiğim; vicdanlı, hem cinslerine ve karşı cinsine saygılı bir insan yetiştirmek için elimizden geleni yapacağımız. Bir anne babanın, kendilerinden bir parçayı sevgiyle, kendi doğrularıyla büyütmesi ne güzel şeydir kim bilir. Ben de sağlıkla görecek miyim o günleri?

Anneme geçen gün şey dedim. 'Çocuğun arkasından kaşıkla koşturmayacağım. Ağlata ağlata, kustura kustura yedirmeyeceğim. Acıkınca yer mecbur.' Gün gelip tükürdüğümü yalayacak mıyım? Bekara boşamak kolay mı geliyor? 

Bilmiyorum. BLW'yi (Bebek Liderliğinde Beslenme) araştırıyorum.

Yazımı, çok keyifle izlediğim, takipte olduğum Instagram hesaplarında yayınlanan güzel doğum hikayeleriyle bitiriyorum. Linkler aşağıda. :)

Her zamanki gibi, bu yazımı okuyan tüm hamilelerin Allah yardımcısı olsun. Okurken iç çeken, içinden dileyen herkese Allah bu deneyimi en kısa sürede tattırsın. Hamilelerin duası kabul olur derlermiş, ben dua ediyorum her isteyene. 

Başka ne konularda yazmalıyım sizce?

Sevgiler!










Son olarak da pozitif düşünmek ve olumsuz senaryolara kulakları kapamak kadar önemli bir şey daha ekleyeyim. Hamilelik ve büyük ihtimalle doğum sırasında da çok olumlu dönüşler aldığımız, hissettiğiniz insanlarla çevrili olmak. Aşağıda, takip ettiğim bir doktorun paylaştığı bir videonun altındaki yorumlaşmayı koyuyorum. Videoda kadın doğuma girmeden önce müzik açmış, dans ediyor. Olumsuz yorumu yazan kişi bir hastane çalışanı. Cevabını veren de harika bir doktor. :)




L'oreal Paradise Maskara

$
0
0


Selam! Instagram, Youtube ve bloglar bu maskarayla çalkalanıyorken denememek olmazdı. Aslında epey önce başladım kullanmaya ama konu maskara olunca yorumlarımın oturması zaman alıyor. Bu sebepten bu yazıyı bugüne sakladım. 

Yaklaşık 3 haftadır kullandığım L'oreal Paradise maskara hakkındaki görüşlerim ambalaj ilk açıldığında pek olumlu değildi. Bahsedildiği kadar hacim vermediğini, kirpiklerimi uzun ama cılız gösterdiğini ve fazla ıslak yapıda olduğunu düşünmüştüm. O yüzden bu görüşlerimi kendime saklamıştım.

Kullandıkça kıvamlanan, güzelleşen maskaraları seviyorum. Paradise'da da biraz öyle oldu. Kullandıkça kıvamı koyuldu, aşırı olmasa da evet, hacim vermeye başladı. Siyahlığı ve fırçası zaten harika. Her şeyin aktığı gözlerimden gün boyu akmıyor, bu da süper. Yalnız baştaki aşırı ıslaklığı, 3. kullanımdan sonra yerini kuruluğa bıraktı. Sanki 4-5 aylık maskaraymış gibi kurudu fırçası, anlamadım.




Yazımı iyice netleşmesi adına şu küçük değerlendirmeyle bitiriyorum:

Fırça: 10 üzerinden 8

Siyahlık: 10 üzerinden 9

Akmama, kalıcılık: 10 üzerinden 10

Tarama, tek tek ayırma: 10 üzerinden 6 (Bu benim için eksi değil, artı çünkü hafif yapışarak hacimlenen kirpik etkisini seviyorum.)

Hacim: 10 üzerinden 6,5-7.




Özetle; ölüp bitmemekle beraber indirimde alınıp denenebilecek bir ürün olduğunu düşünüyorum. Ben bittiğinde tekrar tercih etmeyeceğim. Daimi favorim Chanel Le Volume (yazısı için buraya tıklayın) ve Maybelline Push Up Angel (okumak için tıklayın) ile yola devam. Unutmayın ki, maskara makyajdaki en göreceli malzeme. Hepimizin kirpik uzunluğu, kalınlığı ve beklentisi farklı. Ben sadece kendi fikrimi paylaşmak istedim. Kötü bir maskara değil ancak yukarıda saydığım iki maskaranın yanından bile geçemez fikrimce.

Çok sevgiler!


Görkem


18-24. Hafta Arası Yaşadıklarım, Doğum Eğitimi

$
0
0


Merhaba! En son fotoğraflı #görkitonunminiği güncellememi 16. haftada yapmışım, üstünden amma zaman geçmiş. Bugün 24. haftanın içindeyiz ve minik kızım mısır koçanı kadar oldu. Bu süre zarfında gerçekleşen bedensel ve ruhsal değişimimin yanında başka şeyler de oldu. 

Daha önceki iki gebelik yazımı da okuduysanız, onların devamı niteliğinde bir güncelleme ve iç dökme yazısıdır bu. Okumadıysanız ve bu konu ilginizi çekiyorsa, daha evvel yaşadığım lekelenme/kanama deneyimimi okumak için buraya, doğum korkusunu yenmek ve doğum hakkındaki düşüncelerim için ise buraya tıklayabilir, sonra bu yazıya devam edebilirsiniz.

18. hafta itibariyle, özellikle sabah erken saatlerde ve akşam yemeği sonrası kanepeye uzandığımda karnımda minik sertleşmeler, toparlanmalar olmaya başladı. Sanki karnımın içinde bir şey dönüyor da tenime dayanıyormuş gibi. Dokunduğumda tenis topu büyüklüğünde bir şeyler hissettim. O şeyler minik popo, kafa ve ayaklarmış ya! Doğduktan sonra koklayıp duracağım, öpüp yiyeceğim ayaklar.

19.haftanın ortalarında ise karnımın içinde kelebek kanat çırpar gibi, minik, bölgesel spazm gibi burulmalar hissettim. Hep merak ederdim ve hatta korkardım bundan. 'Düşünsene; içinde bir insan var, büyüyor, yaşıyor ve hareket ediyor.' Korkutucu bulurdum işte. Nerden bileyim hayatım boyunca hissettiğim en güzel şey olacağını. Bütün gün oynasın da iyi olduğunu bileyim diye bekleyeceğimi.

20. hafta itibariyle bizim kelebek kanat çırpmayı bırakıp tekmelere geçti. O haftadaki muayenem esnasında doktorum bu hareketleri her gün hissetmem gerektiğini, giderek artmasının iyi olduğunu ve eğer bir gün boyunca hissedemezsem, tatlı bir şey yiyip sola doğru yatmamı ve 1 saat içinde oynaması gerektiğini söyledi. Geçen haftaya kadar her gün hareketliydi. Dur, oraya geleceğim birazdan. :)

21. haftada detaylı ultrasona girdim, 3 boyutlu da bakıldı ve ilk kez yüzünü bu kadar net gördük. Doktor görür görmez, 'E bu aynı annesi.' dedi. Gerçi baktığımız gün 450 gramdı, yağ dokusu filan yok. Sırf kemik diye de bana benziyor olabilir. :D Birkaç hafta sonra tekrar bakacakmışız. Üst dudağı vardı ama onu farkettim. :D

22. haftanın başında ise klasik tuvalet ihtiyacı ile uyandım ve peçeteye gelen 2 damla kırmızı kan sebebiyle kalakaldım. Birkaç damla daha. O sırada bizim kız pıt pıt vuruyordu. 'Ben iyiyim anne, sakın korkma.' der gibi. Ondan sanırım, benden beklenmeyecek şekilde hiç panik yapmadım. Moralim bozuldu tabii ama eski ben olsam 'Hadi kalk Sezgi, çabuk çabuk, hastaneye!' filan derdim. Ona panik yaptırmadan hafif bir kanamam olduğunu söyledim. Bu arada kanama kesildi. O kadarcıkmış. Doktorumu aradım, doğumdaydı. Asistanına not bıraktım. 1 saat sonra konuştuk, 'Gel, bir göreyim.' dedi. Hazırlandık, kahvaltı filan bir lokma. Gittik.

Yol boyunca gayet sakindim. Hatta sürekli başka şeylerden dert yanınca eşim şaşırdı rahatlığıma. Biliyordum her şeyin yolunda olduğunu garip bir şekilde. Belki önceki aylardaki lekelenme tecrübemden, belki kızımın o gün hareketli olmasından, belki de yüzünü görünce kendimi güvende hissettiğim doktorumu göreceğim diye. 

Tahmin ettiğim gibi, her şey yolundaydı. Rahimde, bebeğin eşinde hiçbir kanama yoktu. Anlamsız, sebepsiz bir şeydi. Doktorun dedine göre bu tip kanamalar ara ara olabilirmiş. Bir sebebi olabilir ya da o günkü gibi olmayabilirmiş. Önemli olan hemen kontrol edilmesi. Belki de bir sivilceydi, bilmiyorum. Baya keyifli olduğum, kendimi iyi hissettiğim bir haftaydı. hastaneden çıkarken kaldığım yerden devam ettim güne.

23. haftada ise; artık gerçekten benim için hamileliğin en güzel dönemi diyebileceğim döneme girdik. Enerji tavan, (Gerçi arada kötü uyandığım da oluyor. Düşük tansiyon, dokunsan ağlama hissi.) spor devam, bebeğin ismi belirlenmiş, beşiği hazır edilmiş, her gün hareketleri hayranlıkla izlenmekte. Bu arada bazen ilk gebeliklerde anneler 25-26. haftaya kadar hissedemeyebiliyormuş bebeğin tekmelerini. Özellikle gün içinde hareket halindeyken zaten çok seçilmiyor hareketler. Bu konuda bir endişesi olan yine doktoruna danışmalıymış.

23. haftanın sonunda, eşimle birlikte iki günlük bir eğitime katıldık. Ekim sonunda yazılmıştık, tarihin gelmesini iple çekmiştim. Bahsettiğim şey Doğum ve Doğum Sonrası Eğitimi. Doula (doğum koçu) Esra Demiröz'ü sosyal medyadan takipteydim.Gebelik, doğum ve doğumda doula desteğiyle ilgili birçok kaynak okudum ve kendisiyle tanışıp yüz yüze görüşmeyi çok istiyordum. Anadolu Yakası'nda eğitim vereceğini duyunca da, Sezgi'yi arayıp hemen adımızı yazdırdım. Toplamda sadece 5 çift alıyorlardı, hızlı davranmak istedim. 

Bizim gibi heyecanlı olan diğer çiftlerle birlikte, çok sıcak bir ortamda eğitime başladık. Kendimizi tanıttık, dilediğimizde içerideki masadan çay, kahve, yiyecek, meyve aldık. Anne adaylarının konforu ve ara öğünleri bile düşünülmüştü. 

Eğitimdeki iki günü kısaca özet geçeceğim. Çoğu şeyi okuduğum doğru kaynaklardan öğrendiğimi farkettim. Bu eğitim sayesinde eşim de sürece dahil oldu ve ben de öğrendiklerime yeni şeyler ekledim ve artık doğumla ilgili daha fazla bir şey araştırmamaya karar verdim. 'Epizyo nedir?' diyor hoca, ben biliyorum. 'Kordonun ne zaman klemplenmesi gerekir?' diyor konu başlığı olarak, e ben biliyorum. Başlarda 1 ay boyunca inanılmaz hevesle sırf bu konuları araştırmıştım, tamamen ona bağlıyorum. 

Peki bu eğitim beni hangi konularda besledi? 

-Doğumun başladığını nasıl anlarız?

-Doğumda mahremiyet. 

-Kasılmalar (sancılar) esnasında nefes egzersizleri. Sancıyı rahat karşılama.

-Doğum pozisyonları.

-Doğumda eşin rolü.

-Hastanenin rutin prosedürleri. Tercih mektubu hakkı.

-Bebeği karşılamak ve doğum sonrası ilk günler.

-Emzirme ve bebeği sakinleştirme.

-Kundaklamak, bebeği giymek. (Baby Wearing)


Hamile olduğumuzu öğrendiğimiz an annelik başlıyor biz kadınlarda. Gerek hormonlar, gerek yaradılışımız sebebiyle. Bebeğin hareketlerini en çok biz hissediyoruz, süreci en gerçek biz yaşıyoruz, bulantısından ağrısına, sancısına. Sezgi dokunuyor bazen karnıma, duyuyor tekmeleri. 'Keşke bir günlüğüne ben de karnımda hissetsem.' diyor. Ne tatlı geliyor bana, haklı. Her akşam, o gün bebeğimiz ne yaptı, kaç günlük oldu, o hafta neler olacak ya da o gün okuduğum, öğrendiğim her neyse anlatıyorum ona. İşte bu iki günlük eğitim sayesinde artık çok daha iyi biliyor hissettiklerimi, yaşayacaklarımızı, olabilecekleri, doğumu. O yüzden ikimiz de 'iyi ki katılmışız' diyoruz.

Doğumun yolu ne olursa olsun (vajinal, genel anestezili sezaryen, epidural, spinal...) önemli olan keşkesiz bir doğum olmasıymış, onu öğrendim. Tüm yöntemlerle ilgili bilgi edindim. Hala normal doğuma hazırlanıyorum ama hep diyorum ya, bebeğim karar versin nasıl geleceğine. Yeter ki sağlıkla gelsin.

Eğitimde öğrendiklerimi anlatmadan, sadece doğumda mahremiyet konusuna değineceğim. Eğitim öncesi de özellikle Ina May'in Doğuma Hazırlık Rehberi'ni okuduktan ve farklı doulaları takip etmeye başladıktan sonra anne için rahat doğumun filmlerdeki gibi olmaması gerektiğini öğrendim. Doğum mahremiyet istermiş meğer. Tıpkı sevişmek gibi. Anne sancıları karşılarken odada eşten başka kimse olmamalıymış (hemşire, ebe, doula, doktor vb dışında), kapı tamamen kapalı olmalıymış. Aralandığında size acıyan ya da 'hay Allah kızcağız hala doğurmadı ya, sancısı var'şeklinde bakan gözleri görmemeliymişsiniz. Doğum kalabalığı sevmezmiş. Loş bir ışık, sevdiğiniz bir müzik, sevdiğiniz bir koku, mum ya da tütsü. Eşiniz, varsa doğum destekçiniz. Doğru masajlar, doğru egzersizlerle doğum hem daha çabuk, hem de daha rahat oluyormuş. Bunu eşimin de duymasını özellikle istemiştim. Eğitimde defalarca duydu ve onun da aklına yattı. Eve döndüğümüzde o gün geldiğinde ne yaparız diye konuştuk hatta. Doğuma çok az bir vakit kalana kadar kimseye haber vermeden hastaneye gidelim, kimseyi panik ettirmeden yerleşelim hocanın dediği gibi dedik. Doğum sancılarının gece başlamasının, suyun genelde akşam saatlerinde gelmesinin, kadınların tarlada tek başınayken doğurmasının sebebi buymuş. Doğum mahremiyet istermiş. Bakalım bizi neler bekliyor.

 Belki sizin de ilginizi çeker, devamını araştırmak istersiniz diye düşünerek bu konudan bahsetmek istedim. Bu arada evet, doğum eğitimini kesinlikle öneririm. Her şeye hakim olsanız, ikinci gebeliğiniz olsa bile, sizinle aynı heyecanı paylaşan, bu konular üzerine sıkılmadan saatlerce konuşabileceğiniz arkadaşlar ediniyorsunuz bir kere. Sırf bunun için bile gidilir. :)

Son olarak spor, kilo, sağlık güncellemesi yapıp gideyim. 21. haftada gittiğim kontrolde her zamanki gibi tartıldım ve toplamda 3 kilo aldığımı öğrendim. İlk 3 ay çok kilo vermiştim. Onları geri aldım, sonra da 3 kilo daha eklemişim. Doktorum en başından beri kilo konusuna takılmamam gerektiğini, 5. aya 3 kilo alarak girmemin süper olduğunu, çok kilo almanın bebeğe faydası olmadığını, aksine hamilelikte tansiyon ve doğumu zorlaştırma gibi problemlere yol açtığını söylüyordu. '30 kilo alsan da doğuracağın bebek en fazla 3-4 kilo olacak düşünsene.' Nasıl motive etti beni bu sözleri. 

Her gün yürümeye devam etmemi söyledi. Ben de aksatmamaya çalışıyorum. Günde 1 saat yürüyorum. Onun dışında sürekli yatmak zorunda kaldığım ilk birkaç ayın acısını sürekli gezerek çıkartıyorum. Asansör kullanmayı bıraktım, merdiven inip çıkıyorum. Canımın istediğini yiyorum, hayatım boyunca hiç bu kadar iştahlı olmamıştım. Doğum eğitimiyle birlikte meditasyona başladım. Günde 10 dakika, kendimi ve nefesimi dinleyerek gevşiyorum. Aramızda kalsın, bundan birkaç ay evvel meditasyon yapacaksın deseniz gülerdim, asla inanmazdım ama eğitim sırasında o kadar iyi geldi ki. Gevşedim, negatifimi attım. Evde kendi başına yapmak isteyenler için Esra doulanın önerdiği Meditasyon uygulamasını (iPhone app) öneririm.

Bu arada 3 kilo aldım dedim ya, üstünden çok geçmeden o 4 oldu. Şimdi 4-5 arası gidip geliyoruz. Klişe ama 'Ben hamile kaldığımda 47 kiloydum.' :D Şu an 51-52 arasındayım. Protein ağırlıklı besleniyorum, bakalım. 

Şu sıralar ara ara çarpıntım oluyor, yine ara ara mide yanması. Çarpıntı konusunda tansiyon ya da kardiyolojik bir şey yok. Demir eksikliği, kansızlık da yok. Kalbim ekstradan çalışıp birisi için daha kan pompalıyor ya, ondanmış sanırım. :)

Mide yanması ise özellikle geçen hafta iki gece beni baya zorladı. 8-9 yudum sütle hallettim. Bana gerçekten çok iyi geliyor. Yine de zorda kalırsam Gaviscon alacağım.

Yüzünü yastığa gömüp, ellerini yastık altında kavuşturup uyumak hayal oldu aylardır. Bir de 5. ay itibariyle sırt üstü yatmak da çok iyi değilmiş. Gebelikte büyüyüp ağırlaşan rahmin bütün ağırlığı annenin damarlarına baskı yapıp kalbe geri dönen ve bebeğe giden kan akışını yavaşlatıyormuş. En çok tavsiye edilen pozisyon sola doğru yatmakmış. Fenalık geldi sola doğru yatmaktan valla. O yüzden de doğru dürüst uyuyamıyorum. Sağa doğru yatınca rahat edemiyorum, zaten o da önerilmiyor. Şiştim vallahi. Şu araki sıkıntılarım bunlar. Razı mıyım? Sonuna kadar. 

'Oh, şu haftadan sonra kafan rahatlıyor.' diyemiyorsun hamilelikte sanırım. Test, tahlil, ultrason, arada minik sağlık problemleri, 'ay hareket etmedi bugün' filan. Annelik tam bir delilikmiş meğer. Dileyen herkesin bu deliliği yaşaması dileğimle. 

Bunu söylemekten, her videoda, her yazıda temenni etmekten vazgeçmeyeceğim. Ben sevdiğimi, bildiğimi, gördüğümü paylaşmayı çok seven birisiyim. Tatlıyı beğendim mi? Etrafımdaki herkese tattırmalıyım. Ruju sevdim mi? Hemen önermeliyim. Severek tecrübe ettiğim her şeyi sevdiklerim de yaşasın istiyorum. Bu sebeptendir her gebelik yazımı 'isteyen herkes en kısa zamanda, hayırlısıyla yaşasın inşallah' diye bitirmem. Okuduğunuz için çok teşekkürler!

-Görkem

Bebek Sonrası Güncelleme...

$
0
0




En son Aralık'ta yazmışım yahu. Sonrası zaten hastalık, hastane, doğum, ay emdi, ay emmedi, tansiyon, lohusalık filan. Beni Youtube'dan da takip ettiğinizi varsayarak oraları atlıyorum. Mercan 5,5 aylık oldu. Buraya yazmadığım neredeyse 9 ayda neler oldu, neler. 

Hepsini anlatmayacağım, korkmayın. Yazmaya ne sabrım, ne sizin gözleriniz, ne benim zihnim ve parmaklarım dayanır. :) Aa, biraz anlatacağım ama söyleyeyim. Şöyle sohbet eder gibi genel bir güncelleme yapmak istiyorum. Instagram'da yazı karakteri sınırlaması olduğundan yine koştum geldim günceme. 

Kısa bir özetle; son ayları endişe dolu geçen gebeliğimin sonunda, kızıma sağlıkla kavuştum. Kavuştuk. (Videosu burada.) Doğumda ve sonrasındaki sancılı süreçte (Preeklampsi rahatsızlığım doğumdan sonra 2 ay daha devam etti.) en büyük destekçim Sezgi'ydi. O olmasaydı bu kadar çok şeye göğüs geremezdim, biliyorum kendimi. Bebeğin dünyaya, bize, yeni beslenme şekline adapte olması yeterince güçken, benim kendimi ona yeteceğime inandırmam da epey zor oldu çünkü sütüm hemen istediğim miktarda gelmedi. Bu süreçte de alakasız insanların, akrabaların dediklerine kulaklarımı kapatamadım. Tecrübesizlik işte. Çok üzdüm kendimi, zona oldum. Vücudumda ağrılı yaralar çıktı. Meme uçlarımdan biberona kan damlayana kadar sağdım, çok yordum bedenimi ve beynimi. Eğer şu anda benzer bir süreç yaşıyorsanız, lütfen ama lütfen kimseyi umursamayın. Kendinizi hırpalamayın. Bebeği kanlı canlı kucağında olan hiç kimse başka şeylere üzülmesin çünkü her şey yoluna giriyor. Süt, anne mutlu olunca geliyor. Gelmezse de dünyanın sonu değil. Her bebek bir şekilde doyuyor. Anne mutluysa bebek de mutlu. Ne kadar doğruymuş bu söz, şimdi anladım.





Neyse işte, sonra beslenmeyi hallettik, benim doktor kontrollerim devam etti çünkü tansiyonum biraz geç düzeldi. Gebelik boyunca çok düşünceli bir şekilde yakamdan düşen panik atak; hamileliğimin son dönemindeki ihtimaller, geçirdiğim rahatsızlıklar, doğum sonrası süreci vs. sebebiyle kat be kat büyüyerek önüme bir kaya gibi düştü. Bu da kendimi daha kötü hissetmeme sebep oldu çünkü bebekten sonra değişik bir psikolojiye büründüm. 'Ben iyi olmalıyım'çünkü ben iyi olmazsam kızıma iyi bakamam. O yüzden başım ağrısa korktum. Saçma sapan bir psikoloji işte. 

Can sıkıcı kısmı daha fazla uzatmayacağım. Günlerim mis gibi bir kokuyla geçiyor. Allah isteyen herkese tattırsın, kimsenin kucağını boş koymasın. Öncelikleri nasıl da değişiyormuş insanın. Ben ki bencilimdir, şimdi bambaşka bakıyorum her şeye. Sanki annelik beni daha sabırlı, daha şefkatli, bir o kadar da kaplan gibi yaptı. (İnşallah Mercan büyüyünce okur bunları. Okuyorsan, seni çok seviyorum ben.) 

Bir yenidoğanla kendine ne kadar bakabilirse bir insan, fazlasıyla baktım bence. Kendime daha fazla kıymet vermeye başladım. Tuvaletteyken makyajımı yaptım, yapabildiğim kadar tabii. Bir kalem, maskara bile insanın modunu değiştiriyor. Bir de kendi suratımı renkli görmek, kendimi daha iyi ve güne motive hissettiriyor. Daha renkli kıyafetler aldım. Uzun zamandır okumadığım kadar kitap okudum. Ne kadar özlemişim aslında. İnternet elimin altında olduğundan beri kitap sevgim körelmişti. Şimdi yine, benim için bir terapi. Vakit bulup okuduğumda, sayfaların içine girip başka başka duyguları yaşıyorum. Uykumdan bir yarım saat feragat etmek hoşuma gidiyor. Bu arada zumbaya başlıyorum. Eylül sonunda çıkçıkı çık çıkı çık! Hedefim kilo vermek değil, kiloları istemesem de verdim zaten. Maksat zihnim dinlensin, arkadaşlarımla eğleneyim.

Youtube'a ayıracağım zamanım hiç olmadı. Her şeyi inatla kendim yapmak istediğim için, hiçbir şey yapamadım. :D Video için hazırlan, çek, montajla, yükledikten sonra ilgilen = 6-7 saat. Ben kuru şampuanla bir hafta geçiriyorum, ne videosu. Anca ufak ufak ürün yorumladım Instagram'da. Temmuz'da bir vlog çektim ama sonu istediğim gibi olmadı diye düzenleyip yüklemedim. Çok istesem zar zor da olsa yapabilirdim ama tüm enerjimi bebeğime ve aileme ayırmak istedim, yalan değil ve bu durumdan da şikayetçi değilim. İşbirliklerimi ve anlatmak istediklerimi Instagram üzerinden yürüttüm bu süreçte.

(Var ya, yazdıkça yazasım geliyor ama uzatmayacağım. Kolik, kedi, uyku düzeni filan, ohoo, bir sürü konu başlığı buldum aslında. Bloguma her uğradığımda böyle oluyor. 'Neden daha çok yazmıyorum yaa?' diyorum. İzlemek hepimiz için daha kolay olsa da, ben kelimeleri videolardan daha çok seviyorum.)




Bu yaz güzel tatil yaptım ama, Mercan da çok uyumlu, çok yardımcı oldu. Bir de yakın zamanda Mersin planımız var, bakalım. Haftaya da ipek kirpik randevum var. 4 senedir her yaz başı araştırıp vazgeçiyorduk Yeşim'le. Bu sefer yaptırıyoruz. Sizi o konuda da güncellerim dilerseniz. 

Söz ya da tarih vermek istemesem de (Çünkü gerçekleşmediğinde içim içimi yiyor.) video çekmeyi planlıyorum, evet. Çünkü benim için bir nebze daha rahat bundan sonrası. Neden mi?

Çünkü ailemize bir süre önce yeni birisi katıldı. Adı Maya. Evimizin yeni yardımcısı, daha çok benim arkadaşım, Mercan'ın ablası. 

Öyle aşırı sosyal bir çift değiliz, ikimiz de fazlasıyla evcimeniz Sezgi'yle ama haftada 1-2 bir şeyler yapmak istiyor insan. Konsere gittik mesela, aşkım Mabel Matiz. Annem bize geldi, o baktı Mercan'a. Yemek + sinema yaptık mesela (Ben sinemada uyudum, resmen horlaya horlaya uyumuşum.) anneme bıraktık Mercan'ı. Bunu daha sık yinelemek istediğimize karar verdiğimizde ya da karşılıklı yemek yemek istediğimizde her seferinde annemi çağırmak, görüşmeye gitmem gerektiğinde 'Anne sen de gel, Mercan'ı tutarsın, ben görüşürüm.' demek ya da en basiti regl olup yatak döşek yattığımda, bir telefonumla hiç gocunmadan geleceğini bildiğim halde, annemden sürekli bunu istemek bana kendimi çok kötü hissettirdi. Bir de kendimce kurduğum düzeni bozmamak adına annemden bir şeyler istemek (Anne şu sütü şöyle yapıp ver, hayır hayır, sakın uyuması için sallama vb.) sanki onun tecrübesine saygısızlık ediyormuşum, sanki kırılacakmış gibi bir his uyandırdı ve bu şekilde yaptığım toplantıdan da verim alamadım.) Böyle olunca, benden önce eşim bunu düşündü ve yardımcı işini teklif etti. Başta pek sıcak bakmasam da, birkaç kısa deneme sonrası 'ı-ıh, bize göre değil' desem de, sanırım yolumuz doğru insanla kesişti. 





Birbirimize alışmamız zaman aldı ama şimdi oldu. Maya bizde çok uzun soluklu çalışmayacak, baştan öyle anlaştık çünkü onun da 3 tane kızı var ve onların yanına dönmeyi planlıyor. Peki Maya benden hangi yüklerimi alıyor? Sabah alt katı süpürüyor, evimiz çok toz tuttuğu için toz alıyor. Sonra ben Mercan'ı alıp aşağı iniyorum. Maya onunla ilgilenirken elimi yüzümü yıkayıp bir lokma bir şey yiyorum. Eğer Mercan gece sık uyandıysa çok uykusuz oluyorum. Sezgi'yi yolcu edip duşuma giriyorum, vakit olursa biraz kestiriyorum. Ben Mercan'ı devralıyorum ve Maya yukarı katı toplayıp süpürüyor. Sonra beraber dışarı çıkıyoruz. Ben Mercan'ın çantasını geceden hazırlamış oluyorum. Maya'ya bakıcı demeyeceğim çünkü bana gerçekten yardımcı. Hiç böyle olacağını tahmin etmemiştim ama baya iyi anlaşmaya başladık. Mercan da onu çok seviyor, annemler de. Benim için önemli olan ondan rahatça bir şeyler rica edebilmem, güler yüzlü olması, evi sahiplenmesi ve bu evde çalışan değil, bir aile bireyi olması. Bizi tanıdıktan sonra o da rahatladı ve adapte oldu diyebilirim. 

Bir de şey oldu, televizyonda Aşk-ı Memnu'nun tekrarı vardı, gözü kaydı ekrana. Biraz izledi, 'Bana bu diziyi baştan açar mısınız, çok güzel.' diyince 'Tamam' dedim. :D:D Şu an 2. sezon bölüm 43'te. 'Kellem ağrıdı, çok entrika, çok heyecanlı.' diyor. :D

Şaka bir yana, evin içinde bana destek vermeye hazır birisinin olması çok kıymetliymiş. Yemeği de dönüşümlü yapıyoruz. Mesela o kendi memleketinin yemeklerini yapmak istediğinde söylüyor, bugün ben size şunu yapayım diyor. Diğer gün ben yapıyorum. Ben yemek yaparken izliyor, Türk yemeklerini ufak ufak yapıyor. Ben yemeğe girişince o salatayı yapıyor. Ben sofrayı hazırlarsam o topluyor. Beraber kuaföre gidiyoruz, o Mercan'ı gezdirirken ben saçımı boyatıyorum, sonra ben Mercan'la dışarıda takılırken o saçını kestiriyor. Beraber Trendyol'dan alışveriş yapıyor, beğenmediklerimizi geri gönderiyoruz. :D





Dertleşiyoruz. O anlatıyor, ben anlatıyorum. Mercan Maya'ya da çok gülüyor. Bu beni çok mutlu ediyor. Çiko da pek yabancı sevmez ama Maya gelince kuyruğunu ona sürtüyor, göbeğini açıp sevmesini bekliyor. Bebekle ilgili genel olarak en önemli süreçleri sizinle paylaştığım için, Maya'dan emin olunca onu da paylaşmak istedim. Her şeyi aynı anda ve mükemmel yapmak istemek gibi bir çabam olmuştur hep, bebekten sonra aynı zihniyetle kendimi biraz fazla yordum. Artık iş paylaşımı yaptığım bir arkadaşım var, sizinle tanıştırmak istedim. Bundan böyle kazancımın bir kısmını Maya için ayırıyorum. Kendime yaptığım güzel bir jest gibi geliyor bana. Keşke daha önce tanışsaymışız demiyorum çünkü kendi başıma da bir düzen tutturabildiğimi görmeliydim. 

Bu yazıyı 2 gündür vakit buldukça yazıyorum, şimdi de toparlama kısmını Maya kahve yapar, Mercan ve Çiko uyurken yazıyorum. Cumartesi Maya yok, Pazar akşamına kadar izinli. Haftasonları başbaşayız yani. Bir de yarın düğün var, hazır Maya evdeyken manikür pedikürümü halledip yarına hazırlanayım. Sonra Mercan'ı da alıp mutfak alışverişi yapıp ofise gideceğim. 

Ek gıdaya geçiş için kitaplar okuyor, alışveriş yapıyorum. O konuda tecrübeli annelerden öneriler almak isterim. Ben de sonrasında neler yaptığımı yazıya dökebilirim.

Tam bir güncelleme yazısı oldu bence. Şu sıralar hayatımda bunlar oluyor. Yakın zamanda 3 tane yeni ürün incelemesi yapacağım. Çok uzun olmadığı sürece Instagram'dan paylaşırım yazısını. 

İşte böyle. Evimiz kalabalıklaştı, misafir ağırlamak daha rahat benim için. Bu yazımla da aylar sonra bloguma misafir geldiğiniz için çok teşekkür ederim. Şimdilik hoşçakalın. :)

Görkem





Dudak Dolgusu İle Kontür Belirginleştirme

$
0
0





Selam! Geçtiğimiz hafta Instagram hikayemde, dudaklarımda anestezik kremle bir paylaşım yapmıştım. Dudaklarıma bir işlem uygulattırdım ancak Mercan'dan vakit bulup bunu bir türlü size detaylı bir şekilde anlatamadım. İnanılmaz sancılı bir diş çıkarma sürecindeyiz. Öyle ki; uyku yok, yemek yok, gündüz iyiyiz, dışarda iyiyiz ama eve girdiğimiz an çok çok zorlaşıyor işler. Şu anda da diken üstünde yazıyorum bu yazıyı. Bana şans dileyin. :)

Dudaklarımın çok ince olduğunu ve üst dudağımda bariz bir simetri problemi olduğunu senelerdir biliyorsunuz zaten. Daha önce dolguya yeltendiğimi ve sağlık problemim (aşırı kansızlık ve dudakta renk kalmaması) sebebiyle yaptıramadığımı, sonra da aslında bunu gerçekten çok istemediğimi farkettiğimi, sadece insanların beni eleştirerek sürekli buna yönlendirdiğini gördüğüm için dolgu fikrini rafa kaldırdığımı...

Gerçekten de tam olarak böyleydi. Ta ki bebek sonrası, kendime ekstra bakmaya başlamamla, her zamankinden daha fazla yorulmamla, epey sancılı bir emzirme sürecinden sonra göz altlarımın çökmesiyle biraz sinirim bozulana kadar. Göz altlarım içe göçtü sanki ve yüzümü ekstra yorgun ve zayıf göstermeye başladı. Bana öyle geliyor yani. Neyse, hızlıca konuya gireyim şimdi.

Bundan aylar önce yine bir 'Kendime biraz bakayım.' gününde Instagram'dan Hydrafacial hakkında videolar izlemeye başladım ve nerelerde yaptırabilirim, onu araştırmaya başladım. Arama kısmına Hydrafacial yazdım ve Anadolu Yakası'nda yapan birkaç yer buldum. Bağdat Caddesi'nde bir klinik buldum ve randevu aldım. İlk Hydrafacial seansımdan sonra yüzümü ve kendimi pamuk gibi, tertemiz ve dinlenmiş hissederek eve döndüm. Hatta bu tecrübemi de şurada anlattım. Via Klinik'le bu şekilde tanıştım.

İkinci seansım için randevu aldım ve birkaç hafta önce gittim. Yine parıl parıl, arınmış bir yüzle oradan ayrıldım. Senede 2-3 kez yaptıracağım artık bu bakımı. Ben bir şeyden memnun kalınca, etkisini, tadını vs. beğenince, sevdiklerime mutlaka göstermek, tattırmak istiyorum. Bu yüzden de kardeşim, en yakın arkadaşım, eşim ve annemi de kliniğe götürdüm. :D Son gittiğimde de Dr. Mücahit Bey'le tanıştım ve kendisinden göz altı ışık dolgusu için bilgi aldım. Göz çevremi inceledi ve şu anda böyle bir şeye ihtiyacım olmadığını söyledi. Sonra sohbete tutuştuk ve daha önce dudak dolgusuna yeltendiğimi ama yaptırmadığımı, bir gün yaptıracak olursam da alerjiden aşırı korktuğumu çünkü kaşıdığım yerin kabarıp haftalarca geçmeyen yaralara dönüştüğünü anlattım. 'Bir bakabilir miyim?' dedi ve üst dudağımın başlangıcı olmadığı için ve renksiz olduğu için oldukça zor bir dudak olduğunu söyledi. Ben de 'Zaten doldurulmuş, kalın bir dudak istemiyorum ama üstteki yamukluk kaybolsa ruj sürmeden gezebilirdim.' dedim ve bir anda konuya daldık, eksisini artısını anlatmaya başladı. Ufak bir deneme sonrası alerji göstermeyeceğim anlaşılınca, 'Gel bir deneyelim.' dedi ve beyaz kaplı koltuğa oturdum.

Dudaklarım uyuşturuldu ve o an konuşamadığım için (ağzımı açarsam ve o krem dilime değerse o da uyuşur diye) doktor beyle iletişimimi telefonun notlar kısmından sağladım. Bkz: alttaki görsel. Bana korkacak bir şey olmadığını söyledi. Cevabım yine aşağıdadır... :D



Dudağımın inceliğinden değil, yamukluğundan rahatsız olduğumu, ördek gibi görünmek istemediğimi, dudağımın eski halini bilmeyenlerin yeni halindeki işlemi anlamayacağı bir görüntüsü olmasını, sadece alt ve üst sınırı belirginleştirip genişletmek istediğime karar verdim.

Doktorum Mücahit Bey bana bir iyi, bir de kötü haberi olduğunu söyledi. Kötü haber, kontür hattının üstünden geçmek, klasik dudak içi dolgusundan daha çok acıtırmış. İyi haberi şu an hatırlamıyom. :D

Başladık ve işlem toplamda 20-25 dk sürdü çünkü her enjeksiyondan sonra ön kamerayla, aynayla, çıplak gözle baka baka ilerledik. Alerjik reaksiyon gelişmeyeceğinden emin olarak devam ettik. Tam olarak dudak kalemini sürüp çerçeve yaptığımız yerlere, 0.3 ml'lik hyaluronik asit enjekte edildi. Juvederm marka ürün kullanıldı. Acıdı mı? Acı yok diyemem ama var da diyemem. Dayanılmayacak bir acı değil. Anestezik krem zaten çok güçlü. Sadece iğnenin girişini hissediyorsunuz ama benim asimetri problemim olan üst sağ bölgede iğnenin yürüyüşünü hissettim. Mücahit Bey zaten her enjeksiyon önce 'burası biraz acır, burada hissetmeyeceksin' diye durum güncellemesi yaptı. Emzirirken yaptırılıyor mu? Yapan klinikler var (arkadaşım yaptırdığı için biliyorum) ancak benim doktorum prensip olarak yapmayı tercih etmiyor.

İşlem sonrası doktor dudaklarıma masaj yaparak henüz jel halde olan dolguya hamur gibi şekil verdi ve 3 gün sonra görüşelim dedi. Bir problem yaşarsam her saat onu arayabileceğimi ve beğenmezsem dolguyu eritebileceğini söyledi. İşlemden hemen sonraki görseller aşağıda.






İğne girdiği için dudaklarım hafif ödemli ama mutluydum. Eve gittim. 2 saatte bir buz koymamı söylemişlerdi ancak ben vakit bulup pek yapamadım. Ağrı sızı olmadı, sadece hayatının 28 senesini dudaksız geçirmiş biri olarak iki dudağımı birleştirince az da olsa et olması çok garip geldi. :D

Çok olmasa da üst tarafta biraz morluk oluştu. O da yine simetri problemi yaşadığım yerde. Bunun hızlı geçmesi için Arnica krem kullanmaya başladım. 0,3 ml dolgu bile değil ama inanır mısınız, o bile farketti ve en önemlisi ben çok beğendim.




Ertesi sabah biraz şiş uyandım. Ödemimi geçirmek için buz kullandım ve ertesi sabaha hiçbir sorun yoktu. Sonraki gün de kontrolüm vardı. Gittiğimde her şeyin yolunda olduğunu, dolgunun kaymadığını, alerji de yapmadığını gördük. Bu sebeple ufak dokunuşlar yapmaya karar verdik. 0,5 ml daha uyguladık. Bu kez hiç ödem olmadı. Tam istediğim gibi, şekli belli olan ama hala ince olan dudaklarım oldu.

Doktorum ne istediğimi, neye ihtiyacım olduğunu, neye olmadığını anladı ve beni anladı, bu açıdan çok şanslıydım. Zamana yayarak kontrollü bir şekilde dudağımı kalınlaştırabileceğini söyledi ancak ben bu halinden çok mutlu olduğum için şu an bunu düşünmüyorum.

Özetle: Bana sorarsanız öyle işimin arasında 10 dakikada gidip bir dolgu yaptırayım gibi bir operasyon değil dudak. Gerçi benimki kontürdü, normal dolgu daha kolaydır belki, bilmiyorum. İşleme bağlı ödemler, cildin hassasiyetine bağlı morluklar olabilir. Doktor titiz çalıştığı için işlem uyuşturmayla beraber 1 saati bulabilir. Kendinize alışmak ve şişliklerin inmesi için 1-2 gün vereceğiniz bir zaman diliminde yaptırmanız çok daha doğru olur ve tabii ki, dolgulu dudak anlayışınızın uyuştuğu bir hekim bulmanız çünkü ben artık yapay duran, öne doğru uzayan ya da dışa çok kıvrılan dudakları beğenmiyorum ve bir diğer nokta da, gerçekten çok ince ve zor olan bir dudağa güzel işlem yapabilen bir doktor bulmak. Ben buldum. :) Unutmadan; 2 gün boyunca elma gibi sert meyve, yiyecek ısırmak ve öpüşmek yasak çünkü dolgu hala akışkan, kayma olmaması için bu öneriliyor. 

2. gun ruj sürdüm, hem de dudak kalemsiz. Onu fotoğraflamamışım galiba, bulamadım telefonumda ama son durum aşağıdaki gibidir. :)




 Tam, tam olarak böyle.




Havaya girip biraz belertmiştim bu son fotoğrafta, eee artık kusuruma bakmayacaksınız. :D 




Tam son satırları toparlarken minik bir kuş kondu kucağıma. O yüzden ben gidiyorum. Umarım sorularınıza cevap olmuştur. Yaptırmayı düşünenlerin farklı soruları varsa ve yanıtları bendeyse seve seve yardımcı olurum. 

Sevgiler!
Viewing all 518 articles
Browse latest View live